Thursday 30 December 2010

bad education

ve hep acıyla besledik aşkı
sevişmeleri kanla bitirdik cebimizde
dehşet bir zevk aldık boşalırken
nedendi, bilinmez
korkuyla sardık sevgimizi
kollarımız hep sızladı açtığımızda
ayrılmadan yaşadık terk edilişleri
peşin peşin yas tuttuk bakışırken
aşkı aceleye getirdik, ıskaladık

yürümeyi öğretirken
sevmeyi de öğretselerdi ya,
okumayı öğretirken sevişmeyi
bilirdik o zaman
aşkımızı alıp ikiye bölmeyi

Wednesday 29 December 2010

inziva

bir hallerdeyim bu ara. öyle kötü haller değil, iyi de. ne desem, nasıl desem bilmiyorum. belki kafamı toplarım diye yazıyorum buraya da.

bir sürecin başındayım, başlayacağım ama nasıl bir değişim olacak belli değil daha. hani insan hisseder ya dengelerin değiştiğini.. sanki hükümet değişiyor da bundan sonraki hükümetin nasıl olacağı hakkında bir sürü spekülasyon var. öyle bir doğu avrupa durumları..



okulun bitecek olmasının heyecanı ve stresi birbirine girmiş durumda. üzerine araştırılacak, yazılacak birkaç makaleyi de ekleyince de şu oluyor: "çok işim var.stop.hiçbir şey yapamıyorum.stop.stopladım.stop." ilgimi azıcık olsun uyandırmayan konularda ne yapacağım bilmiyorum. çok az zamanım kaldı ama henüz bir çizik bile atamadım. onun yerine facebookta oyunlar oynuyor, internetten sezon sezon diziler izliyorum. kitap dahi okumuyorum. artık okuduklarım da sorumluluk yüklüyor sırtıma. madem okuyorum, işimi görecek şeyler okusam ya diye düşünüyorum.

motivasyonumun bunca düşeceği aklıma gelmezdi, kimsenin gelmezdi herhalde. geçen yıl üst sınıftan bir kızla otobüste yaptığım konuşma geldi aklıma. şimdi aynen o kızın durumundayım. neyime bu durumda olmak onu da bilmiyorum. çift anadal yapan ben değilim, notlar tavanda olan ben değilim. şu s.kindirik bölümde ortalama bir öğrenciyim..

okul bitince ne yapacağım? yüksek lisans, doktora, akademi.. off.. kim uğraşacak bunlarla? yine gönlümce okumalar yapamayacağım. yine ilgi alanlarıma vakit kalmayacak. yine ben, ben olamayacağım.. iyisi mi diyorum, bir işe gireyim ve çalışmaya başlayayım. şöyle 1-2 yıl çalışsam, uzaklaşsam üniversiteden, sonra geri dönerim belki. belki de yaşım geçer ve dönemem. ama bir şeyden eminim: akademinin o can sıkıcı hiyerarşisi, egosu ve çarpık düzeninden uzak kalacağım için daha özgün ve daha kendim olabilirim.



ikinci sınıftayken bir hayalim vardı. hayal diyorum, çünkü plan olacak kadar gerçekçi değil. imkansız değil belki ama şartlarımı biliyorum, olası değil.. ayda 300-400 lira bir gelirim olsa basar hindistan'a giderdim. evet, evet, çok değil. 300-400 lira işimi görür. belki ilk birkaç ay 500 lira gerekir. sonra ben de incik, boncuk yapmayı öğrenip turistlere satardım. bilemedin başka bir yolunu bulurdum para kazanmanın. hiç olmadı hint fakiri olurdum.

beynimi derin, derin kemiren düşünce bu: inziva.. bir yıl kadar uzaklaşmak istiyorum bu uygar dünyadan. yeni dünyalar, yeni insanlar tanımak istiyorum. hiç kimseyi tanımadığım  bir başka kültürde bir başka ozan kayra'yı bulmak istiyorum. ferrarisini satan bilge ayakları yapmıyorum, kusura bakmayın. hiç de sevmedim o kitabı. içdünyama dalıp, kimseye artistlik yapma niyetinde değilim. sadece kafamı doldurduğum bütün saçmalıkları atmak, yenilemek istiyorum. acil bir format yemeye ihtiyacım var.

şimdi gelelim yakın gelecek konusuna.. bu miskinlik halimin bitmesi gerek. sabahleyin uyandığımda kafamın üzerinde o ampul yansın artık. bir kıvılcım çaksın.. bir film geldi aklıma şimdi. adını hatırlamıyorum ama zui izlettirmişti. adam bir sabah uyanıp darmadağınık odasını topluyor, temizliyor, bir güzel kalıba oturtuyordu. buraya kadarı bana da uygun.. ama sonra, aynanın karşısında duruyor, bütün işlerini bitirmiş, ve yerler kandan kıpkırmızı.. bileklerini doğrayıp intihar ediyor.. tabi bu filmin başı. ironik bir şekilde cezalandırılıp intihar edenlere yeni bir şans verilen bir dünyaya yollanıyor.. al sana inziva!

Tuesday 28 December 2010

periler ölürken özür diler

bir elmanın armuda dönüşebildiği yıllardı
sokakların bir kahkahayla kırılıp ağladığı yıllar
askere giden delikanlının hüznü gibiydi sevişmeler
teskere almış bir delikanlının gözleri vardı yataklarda
ters dönmüş bir tırnağın ağrısını duyardık konuşurken
susmuş bir kuş rengi o kahverengi fotoğraflarda
yarım bırakılmış bir şiirden sözederlerdi
bıçaklanmış bir komiserden sözedercesine,
-suyu kimse suçlayamazdı--
--su, çok çözümlü bir cebir sorusu-
bir kedi ansızın kendi kendini tırmalardı


periler ölürken özür diler - küçük iskender


kitabın ilk sayfasına tarih ve şehir adını not almışım: 15.aralık.2004 / istanbul. tarihe bakarsak doğum günüm için alınmış bu kitap, iki gün öncesinde, siparişle.. bu kitapla ilgili iki hikaye anlatabilirim..

ilki-
lise son sınıftaydım. edebiyat öğretmenim hülya hoca'dan bir şiir kitabı almış okuyordum. "hayatımda görmedim böyle bir şey!" heyecanlı ve şaşkındım. evet küçük iskender'in okuduğum ilk şiir kitabı bu. belki bu kitaptan sonraydı ilk 'uçuk' şiirimi yazmam: 'ruh sevişmesi' mustafa hoca'ya okuttuğumda gülüp 'uğur, başına ne gelecekse dilinden gelecek senin..' demişti. sık sık hatırlarım bu uyarı yüklü cümleyi..

ikinci-
sonra doğum günümde ablama kitap siparişi vermiştim. kitapçıdayken ablam telefon edip şöyle sordu: "ozan, emin misin bu kitabı istediğine?" "evet, abla.." "bu ne biçim kitap? ilk sayfasındaki şiirde yazana bak: 'uçan kuşun/erkeklik organını almışım ağzıma havada'" evet, ablam çok garipsemişti. ben de ne diyeceğimi bilememiştim. şimdi o ablam, tam şu anda doğmamış, 6 aylık bebeğini kaybediyor hastanede. böyle de bir metafor olacakmış kitabın adı 6 yıl sonra..

beenmaya'dan paslanmış bir mimdi bu yazı. bu sefer diyorum, yılın son mimi. kurallı mim. bundan sonrasını aynen aktarıyorum 'kırmızı gün/lük'ten:


Kitaplığınızın karşına geçin. Gözlerinizi kapatın. Derin bir nefes alın. Elinizi kitapların üzerinde gezdirin ve birini seçin. Şimdi gözlerinizi açın. Bir kitap seçmiş durumdasınız. O kitabı satın aldığınız ya da hediye gelmiş de olabilir, anı hatırlamaya çalışın. İlk kez okuduğunuzda neler düşünmüştünüz, hatırlayın. Şimdi sayfaları şöyle hızlıca bir dolanın ki, kitabın kokusu burnunuza gelsin. Evet, ne güzel bir koku bu! 55. sayfayı bulun. Sayfayı tekrar okuyun. Sayfadan bir paragraf seçin ve mim konusu olarak bunu blogunuza yazın. Daha sonra siz de arkadaşlarınızdan üç tanesine cevaplaması için gönderin.

*Mimlenenler mimi cevaplamak zorundadırlar, mim bozulamaz.
*Mimin bozulması teklif dahi edilemez.
*Mim yalnızca 3 kişiye gönderilebilir.
*Karşılıklı mimlemeler yasaktır.
*Mim, her bir blog için sadece bir kez cevaplanabilir.
*Mim kurallarının ilk 6 maddesi değiştirilemez.

şimdi mimi paslamaya geldi:
pandora, aynadaki aksi'm ve miskin'e gitsin bu mim de..

ps: bu sefer son olduğunu umuyorum karga ana.. =)

Sunday 26 December 2010

2010 yılı şeysi

blogu ilk açtığımda -yaklaşık 3 yıl öncesine tekabul eder- şiirlerimi koyarım diye düşünmüştüm. şimdi bakıyorum da artık mimlerimi koyabiliyorum ancak.. =) 'yine, yeni ve yeniden' cinsinden bir mim daha aldım: 2010 yılı şeysi..

bu mimde blog yazarlarından cevaplamaları istenen çeşitli sorular var. soruları bu mimi bana paslayan müge'nin içinden çağlayanlarda görebilirsiniz. cevapları da var orada..

ilk soruyu yazdım az önce(evet, sildim sonra): '2010 yılında mutlu olduğunuz şey nedir?' düşündüm, düşündüm, bulamadım. "ulan, hiç mi mutlu olmadım yani koca yıl!" diye kızdım sonra. mimi ilk okurken aklıma geleni hatırladım: geçmiş geçmiştir zaten, raporlamaya ne gerek var. güldüm geçti, ağladım geçti..

sonra müge'nin hatırı kalmasın diye böyle bir cevap yazmak istedim. hani pasladı ya. gol olmadı ama direkten döndü diyelim. (futboldan çok anlarmış gibi konuştuğuma bakma. takım bile tutmam.) 2010 yılıyla ilgili söyleyebileceklerim şunlardır heralde:

çok mutlu anlarım oldu, çok büyük hüsranlar yaşamadım bu sefer.

çok güzel insanlar tanıdım, çok sevdiklerim çıktı/çıkarıldı hayatımdan.

büyüdüm, yaşlandım, daha çok büyüdüm ama.

(kuyruk) acılarımla baş etmeyi öğrendim, üstüne alt ettim bir de.

yeni tecrübeler edindim, bazı konularda yerimde saydım.

bu yıl içime sinen bir şiir yazmadım diye hatırlıyorum ya da başımı döndüren bir kitap okumadım.

anarşizmi öğrenmeye başladım, öğreniyorum da. en keyifli ideoloji anarşizm. seviyorum, ama anarşist değilim daha.

okuldan soğdukça soğuyorum. artık bitsin şu işkence.

parasızdım, yine parasızım. ah ulan öğrencilik.. =)

kendimi kontrol etmeyi öğrendim epeyce. artık ota b.ka patlamıyorum, susmayı da biliyorum.

şu an için aklıma gelenler bunlar.

güzel bir yılı ardınızda bırakmış olmanız ve güzel bir yıla girmeniz dileğiyle..

not: 2011'den umutluyum abi..

Tuesday 21 December 2010

yanlışlık

sizi sevdikçe
kendimden utanmamda
bir yanlışlık var, bayım

görürüm diye korkmam
sokakta yürürken
bir uygunsuzluk

Sunday 19 December 2010

kayrasal (mim)

verilen sözleri tutmak gerek. insanın onuruna dair yapabileceği başlıca işlerdendir bu. angelino çok gençken bir söz verdi kendisine: bir oğulun babasına kendini ispatlaması. bunu hiçbir zaman yapamadı. angelino'nun babası raffael'in kalbi taştandı, asla gitmedi oğlunun yaşadığı o sahil kasabasına ve asla göremedi güzel yüzlü airla'yı ve güzel kalpli eleni'yi. bunun yerine büyük bir restoran açtı napoli'nin en güzel meydanında: 'Tavola Degli Angeli'


eleni ellialtıncı yaşını yaşarken babasının vasiyetini yerine getirmek için bindi o sabah vapura. vapur napoli'ye yaklaştıkça yaşlı yüreği bütün kanı güzel yüzüne pompalıyordu. kızardıkça korkuyordu eleni. kafasına koyup binmişti vapura. peki şimdi ne olacaktı..


napoli limanına ayak bastığında bir anda kendini toparladı eleni. omuzları dik ve mağrur bir kadındı eleni. zarafetle yürüdü babasının uzun yıllar önce yürüdüğü o kaldırımlarda. her yer babasıydı şimdi. çocuklar angelino diye bağırıyorlardı sanki. köşebaşından dönen her yüz angelino'ydu.


ilk iş bir pansiyona yerleşti eleni. babasının eski bir ahbabının pansiyonuydu burası, sara'nın. sara şimdi yaşlanmış da olsa hiç terketmeye niyetli değildi pansiyonunu. torunlarıyla birlikte bir aile pansiyonuna çevirmişti burayı. kalan herkes ailenin bir üyesiydi. sara'nın italyan kadınlarına has sert ve güzel yüzünü görünce çekindi eleni. o siyah gözler üzerine değince rahatladı sonra. o parlayan siyah gözler aşkla bakıyordu eleni'ye. o aşk eleni'yi aşıp derinlerine, babasından kalan bütün parçalara değiyordu.


sara raffael'i çok iyi tanıyordu. o aksi ihtiyar bastonunu döşemeye vura vura restorana gider, havanın güzel olduğu günler dışarıdaki en güzel masada oturup sürekli şikayet ederdi.


"o ahmak şefe söyleyin terketsin restoranımı. kovuldu! öhöhöhöhö.. tansiyonumu çıkartıyor o adam. yemekleri de domuz ölüsü gibi tadıyor zaten. defolsun çabuk! öhöhöh.. sen de kimsin be kadın!" 


eleni birden irkildi. zaten binbir korkuyla gelmişti buraya kadar. ilk vapura atlayıp annesine dönmeyi bile düşünmüştü. o yaşlı gözleri parlayıverdi..


"ben yeni aşçınızım efendim. sanırım melekler sizin yanınızda bugün. babam çok iyi bir aşçıydı, ben de en az onun kadar güzel Baccalà pişiririm. izin verin mutfağınızı kullanayım."


ihtiyarın bir kaşı kalkmıştı çoktan. nedense bu kadıncağıza hayır diyemedi.


"Baccalà'yı berbat edersen seni buradan Vatikan'a kadar bastonumla kovalarım kadın."


eleni'ni sıcak bir tebessümle karşılık verdi. raffael'in içinde, artık karanlıklarda bıraktığı bir yerde canı yandı, yüreği kaşındı. tanıdık bir gülüştü bu, ama nereden?


ihtiyar çatalını alırken hala söyleniyordu.


"böyle aşçı alındığı da duyulmuş iş değil. saçmalığın daniskası.." bir lokma aldı ağzına. bir çiğnedi, iki çiğnedi ve durdu. sonra üç çiğnedi yemeği. eleni'nin yüzüne baktı. bir şey diyecek oldu, diyemedi: "sen.." 


eleni hiçbir şey söyleyemedi. çatal düşmüştü. eleni'nin gözlerinden bir damla yaş süzüldü yanağının sol yanına. 


"babamın özel tarifidir bu. beğenmediniz mi yoksa?"


"kimsin sen? adın ne? Baccalà'yı böyle oğlum pişirirdi. öhöhöhööhöh.."


"bu tarifi babam angelino'dan öğrendim efendim. şimdi, dünyada yalnızca ben böyle pişirebilirim bu yemeği.." dedi ve başını önüne eğdi.


"angelino.. öhöhöhö.."


ihtiyar ağlamaya başladı. restoranın bütün çalışanları şaşkınlıktan tutulup kalmışlardı. raffael ağladı, ağladı.. yıllardır içinde tuttuğu o aksi adam sanki kaçıp gitmişti. raffael ağladı, eleni ağladı..


-----------------------------------


işte bir mimi daha atlattım. geçmiş olsun.. bu sefer kimseye paslamayacağım mimi. isteyen yazsın, yazan olursa da haber versin ki okuyalım biz de.. =)


aynadaki aksim ayağını denk al. mimleyip durmasana kardeşim! ;p

Wednesday 15 December 2010

'önce kaos vardı'


yürüyen ölüler. bu hayat bize beş beden büyük nilgün. pamuk yığınları. sırtımızda kendimizi taşıyoruz. kainat. ancak yatağımın yerini değiştirebiliyorum emma. kendini kandıran hayalperestler. mecnun leyla'ya siktir çekti yavuz. hell is other people. hiç kimseyi sevemiyorsan, yalnızlığı sev şebnem. olmak ya da olmamak. bir gün buralardan öyle bir gideceğim ki kimseler bilmeyecek sabahattin. yerleşik yabancıyım. annem ölene kadar ağlayacak benim yüzümden, babam kafasına bir kurşun sıkacak iskender. din toplumların afyonu. tanrıyla kafa bulalım sylvia. uzun kalır usul öpüşlerin anıları. bütün fırfırlı donlarımı kalorifer peteklerinde çürüttüm karl. düşmedim daha. yaşlandıkça küçülüyoruz johann. tercih değil, eğilim. hayatımdan çıkalı beri eski insanlarım, mutluyum umay. tanrıyla bir daha hiç konuşmayacağım. hayatımdan çıkanları özlüyorum bazen janis. yaşamak istemem aranızda. hep direneceğim ece. insan insanın kurdudur. kimseyi kırmamak için sahteleşemem thomas.

Monday 6 December 2010

'ismin ne?' dedi, söyleyiverdim - mim


mim dalgasının ikinci ayağında tekrar birlikteyiz. calvino amca kitapları kategorize etmiş. iyi mi etmiş, kötü mü birazdan göreceğiz. tabi bunun ölçütü 'kafamı ne kadar çok kaşıyacağım' olacak..

Okumana gerek olmayan kitaplar: kendini yazar ya da şair sanan heveslilerin kitapları ve düzgün cümle kuramayanların kitapları.

Daha önce okuman gereken kitaplar olmasaydı okumak isteyeceğin kitaplar: mülksüzler, faust, hayvan çiftliği

Uzun zamandan beri okumayı düşündüğün kitaplar: (bakınız ilk cevap)

Uzun zamandan beri arayıp bulamadığın kitaplar: artık kitaplar beni bulduklarında okuyorum. amma velakin aslıhan pasajındaki kitapçılarda emma goldman'ın kitaplarını bulamamıştım bir türlü..

Şu anda üzerinde çalıştığın konu ile ilgili kitaplar: okul sağolsun, üzerinde çalıştığım konuyu sabote edip duruyor. mecburen üzerinde çalıştığım konuyla ilgili kitaplarsa şunlar: soft or hard borders?, european union politics, immigration and european integration, europe's near abroad, immigration policy and security.

Her olasılığa karşı elinin altında bulunmasını arzuladığın kitaplar: yakınlarımda bir şiir kitabı (nilgün marmara olursa ne ala) bulundurmayı seviyorum. yanında da bir roman olursa tam olur.

Belki bu yaz okumak için bir kenara kaldırabileceğin kitaplar: yazın okunamayacak kitaplar diye ayırıyorum bunları. keza fuat dündar'ın 'modern türkiye'nin şifresi' adlı kitabı 2 ayda ancak bitirmiştim.(haziran-temmuz)

Kitaplığında öteki kitaplara eşlik etmesi için gerek duyduğun kitaplar: bütün kitaplar bütün kitaplara eşlik edebilirler. -yine- ama belli bir konu üzerine olan ve bir yazarın/şairin bütün kitaplarını bir araya getirmek en güzeli.

Sende beklenmedik ve çılgınca bir ilgi uyandıran, üstelik buna haklı bir gerekçe bulamadığın kitaplar: nur vergin - siyasetin sosyolojisi, jack london - martin eden, sacher masoch - kürklü venüs, küçük iskender - periler ölürken özür diler, nilgün marmara - kırmızı kahverengi defter

Çok uzun zaman önce okunmuş olsa da şimdi yeniden okumak isteyeceğin kitaplar: bunu sık sık yapıyorum. mesela şimdi başlamayı planladığım kitabı birkaç yıl önce okumuştum: truman capote - çimen türküsü. ayrıca dostoyevski - beyaz geceler'i ve goethe - genç werther'in acıları'nı en az ikişer, üçer kere okudum. yine olsa, yine yaparım.

Hep okumuş numarası yaptığın ama artık gerçekten oturup okumanın zamanı geldiği kitaplar: bunlar lanetli kitaplarım benim. başlayıp da hiç okuyamadığım ya da hiç başlayamadığım kitaplardır. ortak noktaları ise hacmen kalın olmaları sanırım. (evet, kalın kitapları okuyamıyorum. kusura bakmayınz.) oğuz atay - tutunamayanlar (kaç kere başladım okumaya hatırlamıyorum bile. baştan başladım olmadı, kaldığım yerden başladım olmadı. ve hep aynı yere kadar gelince bırakıyorum.) goethe - faust




şimdi işin en eğlenceli kısmına geliyoruz. mim paslama oyunu. bunu yine rasgele yapmak istiyorum:


derinlik sadeliktir
chaotic gönderiler (bu blog adını seviyorum. kendime çok yakın hissettiriyor. belirtmeden geçemedim.)

ve son bir not: mimlenenler yazıp yazmama konusunda sonuna kadar özgürdür.

Sunday 5 December 2010

'en çok düşündüğünüz mim konusu?': budur abi!

vizeleri atlattıktan sonra döndüm işte aranıza.. işe mimleri yanıtlamakla başlıyorum. ilk mimimiz miskinden geliyor; 20 soruluk bir anket:



1- en sevdiğiniz kelime: 'en sık kullandığım kelime' deseydi belki 'kat'iyen' diyebilirdim.
2- nefret ettiğiniz kelime: kullanıldığı yere ve anlama göre hepsi olabilir..
3- ne sizi heyecanlandırır: yenilikler, değişimler..
4- heyecanınızı ne öldürür: umursamazlık ve heyecansızlık hevesimi kırabilir
5- en sevdiğiniz ses: şebnem ferah, yağmur, zenci kadın sesi =)
6- nefret ettiğiniz ses/ler: telefon alarmı, çekirdek yerken çıkarılan ses, yemek yerken çıkarılan ses, sakız çiğnerken çıkarılan ses, bozuk/cızırtılı müzik sesi
7- hangi mesleği yapmak istemezsiniz: dalkavukluk
8- hangi doğal yeteneğe sahip olmak isterdiniz:sesim güzel olsaydı da şarkı söyleyebilseydim
9- kendiniz olmasaydınız kim olmak isterdiniz: şimdilik kendimle idare ediyorum
10- nerede yaşamak isterdiniz: avustralya ya da isveç
11- en önemli kusurunuz: öfkemi kontrol edememek, ama öğreniyorum..
12- size en fazla keyif veren kötü huyunuz: sigara, alkol ve benzeri
13- kahramanınız kim: lilith
14- en çok kullandığınız kötü kelime: bok, hasskkttrr, hay aa... koyıyymm
15- şu anki ruh haliniz: yorgunum. vizelerden sonra 3-5 gün tatil iyi olurdu
16- hayat felsefenizi hangi slogan özetler: 'insan insanın hudududur.'
17- mutluluk rüyanız: özgür yaşamak
18- sizce mutsuzluğun tanımı: yalnız ve parasız olmak. (bu yalnızlık aşk anlamında  değil. tamamen yalnız olmak, loneliness olan..)
19- nasıl ölmek isterdiniz: 'ani bir ölüm ya da kalp krizi kadar kolay'. uykumda ölmek en iyisi heralde. ya da altın vuruş falan da olur =)
20- öldüğünüz zaman cennete giderseniz Allah’ın size ne söylemesini istersiniz?: 'ben yokhum.. beeennn yookkhhhuuumm..'

şimdi bu mimi rasgele yolluyorum...