Wednesday 23 May 2012

günlerin getirdiği

 günlerin getirdiği bir avuç boşluk. evet, evet. boşluk. hiçlik. işsizlik.. :)

 şu sıralar vaktimin çoğunu iş aramak ve yüksek lisans başvuruları yapmakla geçirmekteyim. dahası gelecekle ilgili kaygılanmakla meşgulüm. neredeyse bir buçuk aydır işsizim. hani siz de bilin iş aradığımı.

 işsizim arkadaşlar! :)

 bir barda, kafede iş bulsam, öpüp de başıma koyacağım neredeyse. hatta üstüne atlaya da bilirim. o durumdayım.



 gelecek hafta ales açıklanırsa bir derece kafamı oyalayacak başka bir meşgalem olmuş olacak. hatta fiziken de oyalanacağım. artık yüksek lisans başvurularını fiilen uygulamaya dökebilirim. bu durumla ilgili de ayrıca kaygılıyım gerçi. geçen gün niyet mektubumu yazarken (3 haftadır yazmaya çalışıyorum da) birden kızdım. doğrudur. kızdım işte. "şöyle iyiyim, böyle süperim. alın işte kardeşim beni. pişman olmazsınız haa.." diyerekten kendimi pazarlamaya çalıştığımı farkettiğim an bıraktım yazmayı. ulan bu akademi! neyin reklamını yapıyorum? kendimi istediğim kadar öveyim, buna kanıp mı alacaksınız beni, ha?

 hayat zor olmaya devam ediyor sayın seyirciler..

 büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden muah!

Sunday 6 May 2012

sur içi (hey gidi istanbul)

güzel bir pazar günü. surların içinde, eski şehri keşfe çıkalım. labirent sokaklarında kaybolalım samatya'nın, cankurtaran'ın. banliyö treninin rayları şehrin unutulmuş tarihine kaysın. ahşap evleri, ermeni kiliselerini, kiliseden vurgun camileri görelim. ağzımız öyle bir açık, apaçık kalsın. sonra başımızı önümüze eğip iç geçirelim. yüzümüz kızarsın.

bu eşsiz şehre neler yaptık diye düşünelim toplum bilinciyle. yol kenarlarında öbekler halinde ortalığı dumana boğan oyverenler gibi değil de, hani insan gibi bir durup düşünelim. ne ateşlere, ne nefretlere direndi bu şehir. 600 yıllık türk zulmüne mağruz bıraktık şehri. sulu manastır'ın suyu kurudu, biz hala kiliseleri camiye çevirdik. tepesine minareyi dikince medrese bile olurdu. o güzelim evleri yaktık, kırdık. hem çaldık, hem yaktık.

elin ahlaksızistan'ında olsak buralar parlardı diye eziklenelim gizlice. bunu sesli söylersek iyice ezikliyorlar bizi. 'uğruna dökülen onca kan'la boyamışız meğer duvarları. savaştık ya, bitti. milliyetçisi de bir boka yaramıyor bu vatanın, komünisti de. liberali parselliyor da satıyor zaten. belki de böylesi iyi. ancak israillisi, amerikalısı, ingilizi, fransızı biliyor kıymetini böyle şehirlerin. biz türkler bir at üstünden indik, öbür ata bindik. hatta bir laf vardır bizim oralarda:


"at bokunun üstünden aldık, it bokunun üstüne koyduk."


not: cumhuriyet dönemi istanbul'unun fotoğraflarına bakmak isterseniz buyurunuz..

Saturday 5 May 2012

onun dışında havalar güzel


büyüdün mü sonunda küçük adam?

günlerdir kafamın içinde yankılana yankılana dağılan bir düşünce var. beni nereye götüreceğini kestiremediğim bir düşünce. azıcık ayağım kaysa, dengemi kaybetsem sonum olacak sanki. o yüzden durup bekliyorum öyle. hafif hafif debelenmelerle. o basit düşünce, o beylik mi beylik cümle.. dur, gülme..

hayat çok zor!

hayatımda hiçbir şey, hiçbir zaman tam yolunda gitmiyor nedense. her ne kadar alışmış olsam da bu duruma, insan "bi dur bakalım.." deyiveriyor. ilk kez aşk hayatım yolunda, ne güzel. fazlasıyla yolunda hem de. öyle kelebekli, çiçekli, böcekli de değil üstelik. ayaklar yerde, sağlam. ancak ve maalesef parayla aramız bir türlü düzelemedi. çalıştığım proje bitince kaldım dımdızlak. sevdiceğimin de işle ilgili problemleri var. oldu mu sana bulaşıcı züğürtlük. =)

mezuniyetten sonra bir boşluktur, bunalımdır, kaygıdır yaşamadım. hemencecik işim de oldu, gücüm de. zamansız yaşadığım birçok durum gibi, bu arada kalmışlığı da şimdi şimdi yaşamaya başladım. ben kimin? neredeyim? nereye gidiyorum? ne olacak acaba? aman da aman. çok sıkıcı mevzular. bir yol çizmek gerek artık. yaş geçiyor yoksa. 5 yıllık kalkınma planı yapsam, oturup ona göre çalışacak dermanım da yok.

onun dışında havalar güzel.


Wednesday 2 May 2012

"isyan! devrim! anarşi!"


"isyan! devrim! anarşi!"

böyle inledi caddeler. yıkılan vitrinler, dökülen camlar hepbir ağızdan aynı türküyü söyledi:

"isyan! devrim! anarşi!"

sonra dağıldı herkes. evli evine, köylü köyüne misali. gazeteler, televizyonlar 'maskeli bir grup' olarak andılar. sözlük yazarları en hafif ifadeyle 'vandal' dediler. dillerinde aynı slogan vardı. akıllarından ne geçiyordu, bilmiyoruz. ama duyuyoruz:

"isyan! devrim! anarşi!"

liseli çocuklarmış onlar, asi ergenlermiş. sonra ne bileyim; vitrinini, camını indirdikleri burgercilerde yemek yer; sigorta şirketlerine arabalarını sigortalatırlarmış. öyle diyor sözlük yazarları. ekşisözlük uyuyor. anarşistler dogrudan eylemlerine her yerde devam ediyor. yumruklarını sıka sıka:

"isyan! devrim! anarşi!"

bayram gününde yapılmazmış öyle andavallıklar. bakın siz hele laflara. ne zaman direnişin günü olmaktan bayram olmaya mutasyon geçirdi 1 mayıs? ağızlarına bal çalınan bu güzel insanlar körebe oynamayı ne zaman bırakacaklar acaba? karanlıklarına ne zaman isyan edip aydınlığın devrimini yapacaklar hayatlarında? devrimci bir insan olmadığımı çevremdekiler bilirler bilmesine ama devrim yapılacaksa da böyle yapılır diyorum.