Monday 28 December 2009

Ultra Soft

Sanırım dengeyi hissetmeye başladım. Başarıyorum. Beni aşağı çeken o kefeyi hafifletmenin yolunu neredeyse iki yıl sonra buldum. Dilimden dökülen o cümle… Gaia’yla kütüphanede konuşurken bu kadar rahatlayacağımı bilemezdim. ‘Onu affetmeye ihtiyacım var, kendim için bunu yapmak zorundayım.’ Adımlarca önünde olmam, bildiklerimi bilmezlikten gelmem artık öfkelendirmiyor eskisi gibi. Birisini daha olduğu gibi kabullenmeyi öğrendim belki de. Bu bataklıktan kurtuluyorum. Kazanan ya da kaybeden olmasın. Bazı insanlar aşkı bulamıyor. Ne de aşk onları buluyor. Ben de onlardan biriyim. Buna karşı koymanın bir anlamı yok. Tek tesellim ailem ve dostlarım. Birinin eksikliği içimdeki boşluktan çok daha kocaman bir gedik açacak varlığımda. Böylesi de iyi.

Bu son haftada doğum günüm geçti gitti. Dopdolu bir yirmi üç yıl geçirmişim dünyada. Artık biliyorum ki kendimi gördüğüm ve görmeyi dilediğim yer böyle bir gölgelik hali. Salt iyinin olmadığını bir kez daha ispatladı hayat. Meleklerin cennette, cennetin de hiçbir yerde olmadığını, yalnızca bir ütopya olduğunu kabul etmek incinmemi önlüyor. Yine de yaptığım kötülükleri meşrulaştırmak değil amacım. Yaptıklarımı kabul ediyorum ve hala da arkasındayım hepsinin. ‘Öfke’ olmasa yaşanmazdı. Öfkeyi kontrol etmeyi öğrenince yaşamayı da öğreniyor insan. Ya da hayır. Öfkenin nesnesini tüketince, bitirince bunu başarmanın hissi güzelleştiriyor insanı.

Kafamdaki soru işaretleri benimle birlikte yaşamaya, çoğalmaya ve büyümeye hep devam edecek. Doğamı anlamaktan vazgeçmeyeceğim asla. Ve tüm karamsarlığıma rağmen aslında ne kadar da iyimser olduğumu itiraf edeceğim kendime hep böyle. Hala insanlar için, insanlık için, dünya için bir şeyler yapılabileceğine inanacağım. İşte beni asıl tüketen bu olacak. Öyle ya da böyle savaşların biteceğini, insanların böyle olması gerektiğini idrak edeceğini düşüneceğim içten içe, ümit edeceğim belki de. Bu, geleceğe dair bir umut. Bırakın da tutunacak bir dalım olsun yaşamak için. Bir tek, insanın içindeki kötülüğe inanarak gerçekçi olunmaz diyorum.

Bu yazıyı yukarıdakileri toparlayarak bitirmek istemiyorum. Madem güzel, bırakın dağınık kalsın..

24/12/09

boynumdan dökülen bu dokunuşlar..
bitiş anıyor tenimi
kış gülüşü oynaşıyor sonla
bitiş anıyor gözlerimi
ölüm benden çok uzakta
sözlerim kısa ömrümün çakılları

ben insanın tabiatıyla
koşarken gizli bahçemde
dudaklarımı okşuyor rüzgar
boşluk alıyor benliğimi
koşarken gizli bahçede

bitmek ne güzeldir
tanrının kollarında
seviyorsan eğer onu
ve açmışsan ellerini
ne güzeldir bitmek
tanrının kollarında

kızıl saçlı kadın
geldiğinde bana
huzur bulacak kalbim
belki de

Wednesday 9 December 2009

muah!

blogum,

seni ihmal ettim son zamanlarda. etmeye de devam edeceğimi bildirmekten kıvanç duymadığımı söylemek zorundayım.

son zamanlarda biteviye bir koşturma içerisindeyim. umuyorum ki haftaya bitecek bu da. dinecek en azından. umuyorum tabi. ablamın düğünü kocaman bir dönem kapladı resmen, ve yeni ve daha kocaman bir dönemin başlangıcı oldu. artık annem, babam ve benden oluşan bir eviz, haneyiz, aileyiz. evi de taşıdık geçen hafta, artık daha geniş bir odam var. pencere(leri)mden ışık bile giriyor odama. düğünden sonra araya bir vize haftası da sığdırdım. üstüne hasta olup iki gün ateşler içinde sayıkladım bile: anne, anne, 'karoshi', 'pandora'.. hem güldüm hem de hayatımda anne rolünde olan kadınları ekledim kendi annemin yanına. ilginç bir tecrübeydi. ateşli hastalığın yan etkileri..

evi taşıdıktan sonra fiziksel olarak zorlanmaya başladım. günde 3-4 saat uyku yetmiyormuş, metrobüste de uyuyormuş insan. sonra derste uyumamak için kasıyormuş. akşam vakti de uykuyu kaçırıp ayılıyormuş. ama yok artık, bugün güzel güzel uyku bekler beni. ev keyfi, dinlence vb. de keser beni. ayrıca yeni evde internet yok, kaçak da bağlanamıyorum bu sefer. en iyi ihtimalle 2-3 ay daha olmaz. hem internetsiz bir hayat istiyorum (ya da en aza indirmek) hem de maddi zorluklar, kısıtlamalar bağlıyor elimi kolumu.

evi de taşıdık. bitmedi benim curcunalı, aksiyonlu sıkıcı hayatım. bugün için bir sunum hazırladım, hayatımda hazırladığım en dandik sunumlardan birisi oldu. gelecek hafta için de bir başka sunumum var ki doğumgünümde sunum yapmak sınıf arkadaşlarıma içimden küfretmeme sebep olacak. işte bu sunumdan da sonra ne olacak bilmiyorum. şüphem yok ki bir iş çıkar.

çıkmadı mı? ben bulurum bir bela, bir uğraş, bir meşgale. bulamasam da kafa dinler, içime döner, derde-tasaya veririm kendimi, yine. zaten yalnızım diye hayıflanmakla tüketiyorum ömrümü. kimseyi anlamadığım gibi kendimi de anlamıyorum aslında. ne de olsa ben de bir kimseyim. yalnız kalmak için elimden geleni yapıyorum sanırım. diğer taraftan da (on the other hand gibi) birisi -hadi olmadı, birileri- olsun istiyorum hayatımda. e olmuyor.. o zaman iş bulayım; hem para kazanırım hem aklımı meşgul etmiş olurum diyorum. o da yok. işi kim kaybetmiş ben bulayım. iki ucu yoklu değnek dedikleri böyle bir meret.

farkındaysanız bol eylem yüklü bir yazı oldu bu. içim yok benim. içimi içime attım. artık günde 5, bilemedin 10 dakika ah, vah, öff, çok yalnızım, param da yok.. benzeri veryansınlar ediyorum. sonra başımı metrobüsün camına dayayıp rüyalar görüyorum. bu da iyi. bu da güzel. geçiş döneminde bu kadar düşünmenin kime faydası varmış. (bu geçiş dönemi de tam tantana.. nerden, nereye geçiş bu? bi de geçebilsem gam yemeyeceğim. geç geç bitmiyor zırtapoz. ne geçilmez geçişim varmış..)

ah gözünü sevdiğimin bilinç akışı. bak ne güzel döktüm içimi de rahatladım. psikolog falan hak getire. suratına bakıyor, sonra dalıyor kendi kafasına, konuşmanın bittiğini farkedip uyanınca 'hayat zor tabi..' diye başlayan alakasız cümleler kuruyor. bir de bilimsel. hadi canım sen de yani. sensin bilimsel. bilime o kadar alet olacak bir varlık olsam -ki dikkatini çekerim alet değilim en başta- bu kadar karın ağrısı çekmezdim zilyon yıl.

velhasıl kelam bu istanbul köyünde hava karardı iyiden iyiye. yolum da uzun. ufaktan naşlayayım ben efendim. kalın sağlıcakla.ellerinizden, gözlerinizden, yanaklarınızdan, dudaklarınızdan, gıdınızdan, bilimum güzel olan her noktanızdan öper selam ederim.

muah!