Thursday 15 December 2011

gregor samsa ve çeyrek yüzyıl'a geçmiş demek

bir çeyrek yüzyılı devirmek üzereyim. aynaya bakıyorum, kendime.. beyazlamaya başlamış saçlarıma ve göz çukurlarımın etrafındaki çizgilere.. tükeniyorum..


günlerdir kafamın içinde bir düşünce yankılanıyor. düşünce bütün düşüncelerimi yıkıp döküyor. bir çeperimden diğerine aksederken kah azalıyor, tam kısıldı derken, kah gürlüyor. hayat bana 'gregor samsa' diyor. 'gregor samsa! gregor samsa!' hayatımın kontrolünü elime almam gerektiğini söylüyor. iplerimi başka insanların eline kaptırmamam gerektiğini, vicdanımı kimseye kıstas sunmamam gerektiğini fısıldıyor samsa, düşüncelerime.

bir çıkış kapısı.. bir kaçış yolu.. bulmam gereken bir çözüm.. aceleye getirmeden düzenlenmesi gereken ve bir an önce uygulamaya koymam gereken bir plan..

etrafımdaki insanların, yakınımdaki dostların benden hiç beklemeyecekleri, belki de asla cesaret edemedikleri bir çare var. aslında hepsinin aklından geçen bir gerçek bu. yeni bir yol çizmek ve gerekirse geçmişi söküp atmak.

tanıyanlar az çok bilir ki radikal değişikliklerden asla kaçınmadım. algıladığım aile kavramıysa toplumdan çok farklı. toplumun dışına itilmeyi ve yalnız kalmayı göze alıyorum. hayatı ters yüz edip şekil verme gücü hepimizde var..

"biraz cesaret, perdeyi arala.."

Saturday 3 December 2011

başarı


hep başarılı olmamız istenir bizden. başarmak, başarılı olmak basit hayatlarımızın başlıca amaçlarındandır. okullarımızda başarılı olmalıyızdır. iş hayatında durmadan ilerlemeli, her zaman zirveye koşmalıyızdır. bitiş çizgisine ilk ulaşan olmak için jokeyini sırtından atmaya hazır birer yarış atı olduğumuzu düşünmemiz beklenir çoğu zaman.

hayat engelli koşu, biz de kasları yırtılana kadar koşan atletlerizdir. sınavlarda başarılı olmalıyız. insanlıktan çıkana kadar gelişmeliyiz. keyif almak ve huzurlu olmak için koşamazmışız gibi hep daha ileriye, durmadan, hiç durmadan..

başarılı bir fert olmalıyız. başarılı bir çalışan. başarısızlara yer yoktur. kaybedenler, dışlanmışlar, ucubeler en alt tabakayı oluştururlar. insan olmak, birey olmak ve ortalama bir hayata sahip olmak hiçkimseyi değerli kılmamaktadır. başarı bizleri saygın kılar. başarılarımız sadece bizim değil, parçası olduğumuz toplulukların da gurur kaynağıdır. karın doyurmasa da övünmek insanoğlu için başlı başına bir erektir.

bir hayat düşünün istiyorum. mecbur olduğunuz için değil, kendinize yetebildiğiniz için yaşadığınız bir hayat olsun. başarı belgelerinin, yüksek maaşların ve sınavların olmadığı tertemiz bir ömür. karnınızı doyurabildiğiniz ve bundan fazlasına ihtiyaç duymadığınız ortalama bir hayatınız olsun. aileniz, patronlarınız, aileniz sizden hep daha fazlasını istemesin. gözlerinizi açmanızdan kapamanıza kadar geçen sürede kendinize birkaç saati çok görmediğiniz bir gün. gereksiz dialogların olmadığı, on dakika susarak oturabildiğiniz güzel bir gün.

27 kasım 2011

Monday 7 November 2011

kırmızı elmalar

kırmızı elmalar
çığlıklarım kabuğumdan taşıyor
sokağa dökülen çaresizliğim çekirdeğimde

kırmızı elmalar
korkularımı taşıyın yüz çevirip
utançtan kahramanlık destanı yazan
çocukluğun kırılgan doğasına

kırmızı elmalar
gözümü kapadığım her anı
işkenceye çeviren o soğukluğu
bir yalanla silin içimden
işkence, soğuk, yalan
gözümü kapadığım her an

kırmızı elmalar
kendini orman sanan fidanın yanılgısındayım

Saturday 29 October 2011

sigara



içtiğim sigara adının geçmiş zamanı.*

*bu bir reklam değildir.

Tuesday 25 October 2011

Thursday 13 October 2011

kalem alıştırması - x




bir yerde karşılaşırız

yüzün kızarır
ellerim kaktüse dokunur
"merhaba"
tanıma beni, unut

bir gün karşıma çıkacaksın
artık adını düşündüğümde
kelebekler uçmayı bırakacak
"merhaba"
tanışıyor muyduk? unuttum

bir vakitte, bir koridorda
gözlerini şaşkınlık kesecek
aşkımız bir savaştı
"hoşçakal"
tanıştırılmadık, unuttu

Sunday 9 October 2011

adı suşila olan bir kadının şarkısı nasıl bu kadar güzel olabilir?


böyle havalarda balkonumuz olmadığı için üzülüyorum. binlerce yağmur yazısından biri bu da. binaların arasına gömülüp gri gökyüzünü görememek beni üzüyor. ıslanıp alacalı kurşuniye bürünmüş bu beton zemin.. bir kaç da ağaç ve sarmaşık var arkadaki binanın bahçesinden.. müziğe hafifçe karışan yağmur sesi, santur tınılarına karışıyor. siz de burada olsaydınız da gerçeği ironisiyle böylesine çarpıtan hayale tanık olsaydınız.

Friday 16 September 2011

çocuk

kelebekler ölürken seni özlüyorum
aklımı kurcalıyorsun böyle zamanlarda
ilk aşkın acısı zormuş
                              ve unutulmayacak gibi
derler ki 'zaman her derde deva'
'kalbi olan insanlar delidir' bir önerme
bitiyor işte gün de gece
adını sordular dün, çocuk, dedim

16 eylül 2011 - 01:20

Friday 9 September 2011

gözlerim

gözlerim hastalanıyor. ışıktan, güneşten yanıyor. o pencereden içime ışık sızdıkça kavruluyorum. içten içe.

gözlerimi karartıp sevesim geliyor. karanlık bomboş. bir yıldız parlasa milyonlarca ışık yılı uzaktan, canım yanıyor.

gözlerim kuru. içim tufan.

Thursday 25 August 2011

yol

bir yol arıyorum
günlerce ve uzun geceler
ayağımın altında gitsin diye

dağda patika, nehrin yatağı
portakal ağacının gölgesi
güneş içimi kavursun diye


güneşin dik açılarla hiç düşmediği bir dünyadan çıkıyorum. zoraki umudum itekliyor arkamdan. gün dönüyor, ardından yeni bir gün başlıyor öncekinin aynı. berduşluk gülleri soluyor, mahmuzumu kaybediyorum. bir yol tutturuyorum, bir hana çıkar mı bilmeden. tırnaklarım hala kanıyor, savaşçıyım. savaşçı, iyi veya çok savaşan, savaşkan, cengaver. güneş ufuktan gözlerimi yakıyor, birazdan tepeme dikilecek. yarın daha zor gelecek. zorlaştıkça hayat kolaylaşacak. kök salma mevsimi geliyor. mevsim hayat.


kutupta bir vadi. kör beyazlık, beyaz geceler. açlıktan daha kötüsü varsa, açlık. ölüm gibi kesiyor soluğumu rüzgar. uyku yasak, uykusuzluk işkence. işkence, aşırı gerginlik, sıkıntılı durum, azap. kara bulanmış bir adam, buz kesilmiş bir adamdır. buz, bütün yoksunlukların en ironiği. kesici, yakıcı, ıslak bu soğuk. soğuğun adı yalnızlık.


pembe bulutların uğradığı bir çölde dolanıyorum. bir vaha, belki serap bulsam. tepeler, tepecikler, taneler, tozlar.. toz, çok küçük parçacıklara bölünmüş olan herhangi bir madde. kumdan dünya. un ufak olmuş bütün kalpler. ayaklarımın altında eziliyor, ayaklarımı gömüyor ve içine çekiyor beni bu mezarlık. mezarlık sevda.

dağın yamacındaki geçitten geçiyorum. geçit, geçmeye yarayan yer. sonra dağın kör gözü, oyuk. oyuk, oyulmuş, içi boş ve çukur olan yer. ayaklarım yaralanıyor. ardımda kırmızı izler bırakıyorumdur. elimdeki asa rehberim; tak, tak sesler. gözlerimde şekiller canlanıyor; gölgeler, canarvarlar, korkular, bin türlü mahluk. kulaklarım ayazı duyuyor, bir de tak, tak.. dünyamın merkezine iniyorum, bilincimin derinliklerine. derinlik, bir şeyin dip tarafının yüzeye, ağza olan uzaklığı. uzaklaşıyorum gitgide. uzaklaştıkça yaklaşıyorum. gözlerim karıncalanıyor. yolculuğumun sonu. sonun adı umut.

Wednesday 17 August 2011

dostlar

sevinçlerimiz bize has
her biri tekil, özel
zorluyoruz kendimizi

bakışlarımız ayrı güzellikte
kalbimiz parlıyor renk renk
susuyoruz, konuşuyoruz

bizi birleştiren ne peki
ben'leri biz yapan
nasıl anlıyoruz dilimizi

deliliğe komşu sona varışlar
bitmeyen bitişler yaşadıklarımız
susmayan ağıtlar kulaklarımızda

biz böyle yaşıyoruz acımızı
beynimizi çürütene dek
aynı feryadı haykırıyoruz

bir omuz aradığımız
biz
omuz

not: dostum tijen'e gitsin.. ophelia'ma..

Monday 1 August 2011

nasıl oluyor

nasıl oluyor
adın bana dönüyor
dünyayı dolaşıp
kırmızı bir sayfa
sökülüyor çığlıklarımdan
aşkengiz duraksamalar
dokunuyor geceye
dudaklarımı ısırıyorum
bakışım tasvirsiz kuyuya dökülüyor

nasıl oluyor
o yara aynı sesle kapanıyor
masal mağarası gibi
gizsiz bir söz
adın
gelip beni buluyor

bir.ağustos.ikibinonbir


not:

(nasıl oluyor
adın bana dönüyor
dünyayı dolaşıp
kırmızı bir sayfa
sökülüyor çığlıklarımdan
aşkengiz duraksamalar
dokunuyor geceye
dudaklarımı ısırıyorum
bakışım tasvirsiz kuyuya dökülüyor

nasıl oluyor
o yara aynı sesle kapanıyor
masal mağarası gibi
gizsiz bir söz
adın
gelip beni buluyor)

Tuesday 26 July 2011

geri sayım

biliyorum çok zaman geçti
son noktayı koyalı bloga
hayat karmaşası
tembelin bahanesi olsun

çalışıyorum, koşturuyorum..
kafam allak bullak
zeval vermezinden bir akıntı
düzene sokuyorum borçları

bir gün sana döndüğümde yazı
eskisi gibi olmayacak bir daha
küçüklerimin gözlerinden
büyüklerimin nanaklarından

muah!

özel nottur:

bana şans dileyinz..

Thursday 30 June 2011

insan insanın hudududur

az önce bir şey oldu. bir şeyi farkettim..

'homo homini lupus'a karşı 'insan insanın hudududur' dememin sebebini anladım sanırım. evet, kendimi anladım. bir tür öngörüymüş demek ki, bir tür bilinçaltı .

'insan insanın kurdu', evet, katılıyorum. ama bunda ziyan yok. kabullenmemiz gereken bir gerçek sadece. burada kıl payı bize düşen duracağımız yeri bilmek. o zaman kurtlar kuzu oluyor. kime ne kadar mesafeli olmamız gerektiğini iyi belirleyelim yeter..

Wednesday 29 June 2011

aranıyor

arkadaşlar!

siyah ve dişi yavru bir kedi sahiplenmek istiyorum. varsa tanıdığınız haberim olsun..

sevgiler..

Monday 27 June 2011

kalem alıştırması

kaybolduk ellerimizde bir tutam bizle
çocukluğumun bütün imgelerini yırttım
kirli ve hisliydiler ıslak uykularda
gömdüm, böldüm, unuttum

uyaksız bir raslantıysa geçmiş
heceleri sevelim, sayalım
uyak ağızda kalan tütün tadı
geçmişi serbest bırakalım

adını hiç sormadın, adını sildin
bir mısra hatırlıyorum, yarım şiir
bilseydin, söylerdin belki
künyesi kırık şair

kaçımı bozulmuş kurtuluş
anlamsız sözcüklerle donanmış
öylece gelirse özgürlük
gider öylece bir güz sabahı
herhangi bir günü saklıyorum senden

düşün ki aşıktım o gün sana

kandığım yalanlar

pandora cancağızım bir mim paslamış. konusu şöyle:

"küçükken sizlere uyarı, korkutma veya batıl inançlar nedeni ile söylenen, ama siz o afacan çocuk aklınızla  söylenenleri gözünüzde çok alakasız bir şekilde canlandırdığınız, korktuğunuz, fakat büyüyünce “lennn, nasıl da yediler beni bununla küçükken” dediğiniz bir şeyler var mı? varsa bunlar nelerdir?"


şimdi efendim, pasladığı son kişi olmama içerlemekle birlikte daha fazla gecikmeden mimin gereğini yerine getireyim istiyorum. kandığım yalanların bir kısmı şöyledir:


ben küçükken, minicikken annem uyuturdu beni. uyurken de masallardan tutun da süre ve ayetlere kadar bir sürü şey anlatırdı. anlattığı bazı masallar bizim aileydi, bazıları da dini masallardı. işte ben bunlara inanmıştım. 'allah var.' dedi, ben inandım. 'melekler kanatlarını açıp korur.' dedi, ben inandım. hatta o melekleri görmek için de çok kastım olmadı. şimdi anlıyorum ki hiçbiri yokmuş. 


tırnak kesmeyle ilgili hurafeleri pandora ve miskin gibi ben de dinledim. yok, neymiş tırnağı gazeteye kesmek gerekirmiş ve çöpe atmalıymış. yoksa dağılan tırnaklarımızı kirpiklerimizle toplayacakmışız ahirette. sonracığıma tırnağı düz sırayla kesmemek daha iyiymiş. sünnetmiş. hikayesi de gayet faşizandı: birgün peygamber tırnaklarını keserken bir hristiyan çocuk gelir ve der ki "aa.. benim babam da tırnaklarını böyle kesiyor.." peygamber buna içerler: "ulan gavur! senin baban da böyle kesiyorsa, ben, koskoca allah'ın koskoca elçisi de mi onun gibi keseceğim.." bu tırnakla ne alıp veremediği var müslümanların anlamadım. arapların pis olmasıyla alakası olsa gerek. .


bir de kara kedi görünce saçımızı tutardık. ta ki bir kuş görene kadar. kedi ve kuş; tez-anti tez.. birkaç ay içinde siyah bir kedi edinmeyi planlıyorum şimdi.. =)

Thursday 16 June 2011

canım çook sıkılıyor ey ahali.. (len! bak iki harfle yazdım. hoşuna gitti mi sıpa?) bacaklarım kasıldı oturmaktan. hava da bozdu.. dünki şansım dötümde patladı.

dün? ne mi oldu? hemen anlatıyım.. =)

önce sabah gittiğim iş görüşmem çok iyi geçti. işi aldım. daha kep atmadan işim oldu. gittiğim ilk iş görüşmesinde işe alındım. çok heyecanlıyım. =)

sonra kpds açıklanmış. o berbat geçen sınavdan 82,5 almışım. hala inanamıyorum. bir de ales'e girebileymişim kim tutardı ki beni..

bugün de kumkapı'ya gideceğiz sınıftakilerle. gel gör ki hava bozdu, bozmadı bok gibi oldu. gömlek ve yelekle donacak popişim, buz kesecek.. giderken bir hırka falan mı alsam cevahir'den acaba. çok kötü oldu bu.. cumartesi de kep atarken yapmur yağarsa o kep gerçek anlamda işe yaramış olacak.. =)

bir yerden veren rabbim bir yerden alıyor işte. rakımıza azık olacak bu gece yağmur.

öyle işte. böyle gereksiz bir yazı da girdim. heyecanımı ve can sıkıntımı aynı anda sizlerle paylaştım ya.. yağmurda sıçana dönsem de gam yemem gayrı.. ;)

Tuesday 14 June 2011

günlerdir öyle tartışmalar yapılıyor ki.. gazeteler, televizyonlar, dost sohbetleri, facebook yorumları.. günlerdir öyle tartışmalar yapılıyor ki düşünüyorum. demokrasi deniyor. demokrasi diyorlar. demokrasi diyoruz. işte demokrasi. koyun sürüsü diyoruz; koyun, sürü, yobaz, cahil, eğitimsiz.. 'biz kimiz ki..' demeyeceğim. biz yazan ve düşünen insanlarız. bizler okuyoruz, izliyoruz. izlerken görüyoruz, istemli olarak. tanımımız bu olabilir. bizi ayıran gözümüzü boyamanın zor olması. özgür ve özgün düşünen bir azınlığız bu eğitimli grubun içinde belki. azınlığın içindeki azınlığız. birey olmamızı sağlayan her özelliğimize indikçe azınlık konumuna sokulabiliriz. öteki olabiliriz. birey olmanın başdöndürücülüğüne kapılabiliriz. kapılmayalım. ortak noktalarımızı bularak bir arada kalabileceğiz çünkü. neden bir arada yaşamak bu kadar önemli? milyarlarca insanın başka çaresi yok mu yani? hayır, yok. bu da başka bir yazının konusu olabilir. 


demokrat geçinen ben facebookta küfürler edip kovdum akp destekçisi insanları. insanlar diyorum, arkadaşlarım demiyorum. arkadaşlarımı düşüncelerine göre seçme hakkım var nasıl olsa. gelen yorumlardan birisi şöyle:


" ben de AKP'yi sevmiyorum biliyorsun ama bu yaptığın toplumsal kutuplaşmayı arttırmıyor mu sence?"


evet artırıyor. artırmalı. artırsa keşke. neyden ve neden korkuyoruz bu kadar? neden her muhalefet bizi iç savaş ortamına taşısın? demokrasi diye diye cami kapatanlar, bebekleri öldürenler şimdi kendi demokrasi anlayışlarından çekmiyor mu? ece temelkuran'ın söylediği gibi mazluma ne oldu da böyle zalim oldu? cevabı içinde ece hanım. evrensel ilke kendini gösterdi; sağ kalma mücadelesi.  çoğunluğun tiranlığı demokrası.. gerçek demokrasiyi şimdi yaşıyoruz ve hiçbirimiz demokrasiyi sevmiyoruz. kemalist rejimi mumla arıyoruz, alışmıştık ona. o da başarısızlığını çekiyor. orduyu beslemesinin ceremesi değil midir bu? ordu, eğitimsiz halkın tepesine binsin.. şimdi o eğitimsiz halk ordunun tepesine biniyor. iyi mi oluyor? bilmiyorum. olan şey hoşuma gitmiyor. bu halk hoşuma gitmiyor. bu din hoşuma gitmiyor. islamlaşmak hoşuma gitmiyor. ılımlı olup orta yolu bulmaya çalışmanın zamanı değil artık.


şimdi, tam da buradan ilan ediyorum ki artık ılımlı olmayacağım, öyle değilim. 


ben ateistim.


ben eşcinselim.


ben işsizim.


ben ezilenim.


ben özgürlükçüyüm.


'ben'lere karşı olan herkesin karşısındayım. 'biz'in içinde 'ben' olamayan kimseye kabulüm yok.

Friday 10 June 2011

hayal (kalem atıştırmaları)

hayalle başladı hepsi
bildiğiniz o kurmaca
sizinkinden farkı yoktu
boşluğu dolduran boşluk

hayal haritadır gerçeğe
altyapıdır büyük şehirlere
bir ok atarsın ileriye
vurursa hayal, ıskaysa hayal

Thursday 9 June 2011

Friday 3 June 2011

dakika 1, gol 1

bodoslama dalıyorum: kafam darmadağınık, bok gibiyim. birkaç gündür kafamın içini toparlamaya çalışıyorum. okul bitti, mezuniyet.. şimdi iş kaldı elimde bir tek. karın tokluğuna çalıştığım köleliğim.. abartmıyorum, gerçekten öyle. kafamı dağıtan da bu durumun canımı sıkmaya başlaması. anlatacağım..

yaptığımı iş dolayısıyla 7/24 ulaşılıyor olmamız gerekiyor. öyle diyor müdürüm. aradıklarında ulaşmaları gerekiyormuş. üstüne saat kaç olursa olsun o işi halletmem de gerekiyor. dahası nerede olursam olayım.. sınvalarımın bittiği gün ofise uğramam gerekti yarım saatliğine. müdürüm e. bey:

e. bey: artık bitti değil mi? sınavın yok başka?

heyecanla onayladım. zaten ofisten çıkıp sınıftan arkadaşıma gidip çekecektik biraz, kutlama.. ofisten çıkmadan e. bey tekrar etti:

e. bey: sizlerin 7/24 ulaşılabiliyor olmanız gerekiyor. ozan, bazen sana ulaşılmıyor. sınavlarınla ilgilidir belki. bilemiyorum..

ben: e sınavdayken açamıyorum e. bey. onun dışında ulaşılıyorum, dedim. ama 2 saat sonrasında beni pişman edeceğini elbette bilemezdim. kafam uçmuş iyiden, istanbul'un en iyi kafasındayım, öyle böyle değil.. yanımdakiler de bir muhabbet, enteresanlar. alışmaya çalışıyorum.. telefon çaldı. mutfağa gittim, sessizliğe..

e. bey: eve vardın mı ozan? kiosk işinde ne durumdayız?

ben: o işle o. ilgileniyordu, e. bey. benim bir bilgim yok.

e. bey: net bir sayıya ihtiyacım var. iptal edilmeden önce sen ilgilenmiyor muydun?

ben: tamam ama sınavlarım vardı. o. ilgileniyordu kiosk işiyle. ben bir çalışma yapmadım. o.'la konuşup döneyim size.

e. bey: hadi bakalım..

o.'u aradım. çok yoğun olduğunu ve bir çalışma yapmadığını söyledi. halbuki bir kaç kere arayıp detay sormuş, güncelleme yapmıştı. neyse.. e. bey'e geri döndüm:

ben: o. bir çalışma yapmamış e. bey. elimizde bir sayı yok yani.
e. bey: internete girebiliyor musun? ilan çıkman gerekiyor o zaman.
ben: dışardayım ben e. bey..

buradan sonra ve hatta olumsuz yanıtlarımda e. bey'in sesindeki hayalkırıklığı ve beklenti o kafada beni iyiden iyiye gerdi. 20 yıllık öğrencilik hayatımda hiçbir öğretmenimden bu kadar çekinmemiştim. sesim çatladı, yutkundum. bu telefon görüşmesinden sonra ağzıma sıçıldı tabi. ne kafamı toparlayabildim, ne de azıcık olsun rahatlamayı başardım. bunun garipliğini de gece ayılmaya başlarken farkettim =)

ertesi sabah işe 5-10 dakika kadar geciktim. erken gitmem gerekiyordu ama gidemedim. metrodan çıkıp ceylan hotel'in girişini ararken o. aradı.

o.: neredesin ozan? çocuklar gelmiş, maymun gibi ortalıkta dolanıyorlar. ne yapacaklarını bilmiyorlar. beni arıyorlar..
ben: metrodaydım çıktım şimdi. farkındayım. varmak üzereyim.
o.: ara çocukları, konuş..
ben: arıyorumm..

hayret doğrusu, bana emir mi veriyorsun? azarlıyor musun? neler oluyor.. :S

gün içinde de arayıp işin nasıl gittiğini sordu o.: bir aksilik var mıymış? çocuklar iyi çalışıyor muymuş? falanmış. filanmış.. şimdi, beni arayıp bunları soracak kişi o. mudur? benimle aynı işi yapan çalışma arkadaşım? e. bey mi aratıyor acaba? neden kendisi aramıyor ki? benim haberim olmadan o. terfi mi aldı? aralarında bir düzen kurdular da oturtmaya mı çalışıyorlar yani? efendim, böyle paranoyaklık yapmıyorum. e. bey ve o. eski arkadaşlar. birbirlerini işten önce de tanıyorlar, muhabbetleri var.

rahatsız olduğum nokta şu: iyi niyetim mi kullanılıyor? susuyor ve gülüyorum diye hiçbir şeyin farkında olmadığımı mı sanıyorlar yani? benim adım ozan kayra. salak değilim. mal değilim. gözümden de kolay kolay hiçbir şey kaçmaz. umursamam. susarım. karşımdaki sınırını şaşırırsa da haddini ve hududunu bildiririm.

sıra geldi özanaliz kısmına: sanırım okul kapanınca hırçınlık alanımı nereye koyacağımı şaşırdım. bunu işe adapte etmem gerekiyor =) çünkü okulda sakinliğimle olduğum kadar dişliliğimle de tanınırım. hatta hocalar arasında daha çok dişliliğimle tanınırım. işyerinde de ne kadar sakin olduğuma şaşırıyor insanlar. bunun kullanıldığını hissediyorum, rahatsızım.

sonuç olarak bugün e. bey'le konuşacağım. aynen böyle anlatacağım. olmadı patronla konuşacağım, a. bey'le. bakalım ne olacak. en kötü ihtimal kendimi kaybeder biraz sert konuşur, çantamı alıp çıkarım. bir kaç ay aç dolaşır, sonra daha iyi bir iş bulur çalışırım. ama böyle olmaz..

Thursday 26 May 2011

hatıra

ben seni hatırlamak için sevdim
böyle manalar yüklemeye
nefesimi tıkamaya verdim gönlümü

unuttuğumda güller açacak
gözlerimde yıldızlar parlayacak
kalbim belki tekrar atacak

Wednesday 25 May 2011

hayat

hayat büyük bir anlatım bozukluğu yapmış, her lafı götünden anlamıştır belki. olsun. yanlışlarıyla da şekillendirmiş olabilir yolumu, ne çıkar. yaşıyor muyum? eh.. akmasa da damlıyor hayat.. gerisi teferruat..

Monday 23 May 2011

gün

bugünü bir gün olarak say. hiçbir metaforla boğma. gün, gündür. bugünü bir gün olarak say ve yaşa..

Thursday 7 April 2011

"your love is beautiful and cruel at the same time"

yine bu illete tutuluyorum. bir çaresizlik anında elim kalem arıyor, klavyeye kayıyor. eski sevgiliye olan özlem ve tiksinti. bakıp bakıp bir tebessüm, bir de ağzın yaptığı tam tersi hareket; tiksinti. oluyor işte böyle. olmaz deme kardeş, oluyor işte böyle. bilen bilir, sen böyle sokak kedisi kıvamında paçalarına dolanmak isterken o köpek gibi dilini sarkıtmıştır yeni sahibine. hiç sahip olamadığım bir tat bu. 'sahiplik' yabancısı olduğum bir duygu. kamuya arz etmiştir kendini bedenlerim, malımın da kıymeti yok.

akıl verme, acıma.. bırak da paralayayım kendimi bu gece. seninle birlikte senden sonra da kaybettiğim bütün ihtimallerime ve bütün sevgilerime üzüleyim. ağlamak zor artık, öylece oturayım boynum bükük ellerimi önümde kavuşturarak. öyle bir ezikleyeyim işte. ezileyim kendi rehavetimin altında.

onun hayatını neden kıskanıyorum bu kadar? benim de dostlarım var. üstelik geleceğim onunkinden çok daha parlak. zekam daha sivri. eksik olan şey, taa o zaman içimde eksilen şey sanırım. şey.. o da üç harfli. üç harflilerden korkuyoruz demek ki.. şak diye onu görmekten, kaş'ının kıvrımından, falanından ve filanından..

verdiğim sözler nereye gitti acaba? kendime verdiğim o sözlere ne oldu be kızancık? aşkla ilgili ve aşkın hezeyanlarıyla ilgili yazmamak vs. hiç! oldum ben, oldum. zamanım geldi. yalnız yaşayacağımı biliyorum, aslında yalnız öleceğime eminim ama aradaki zamanı yalnız yaşamasam da olurdu be hacı.

of.. kafam dağıldı.. geçti sanki, ha? hindi zahra ne güzel söylüyor. hüzünlenmeme izin vermeden öyle bir kıvama sokuyor ki. müzikalite denen o iç içe geçmiş tat yükseliyor. kendimi durduramıyorum. dinliyorum ve dinliyorum ve dinliyorum. hepiniz dinleyin. çok tavsiye ediyorum. az değil. hindi zahra. fransız olduğu için 'indi zağa' diye de okunuyor. böyle diyince koydu yine.. fransızca'daki 'h' sesi gibiyim resmen.. gereksiz, seslenilmeyen, yokluğu-varlığı bir..

ve hepinizi öpüyorum..

muah!

*başlık hindi zahra'nın 'at the same time' isimli şarkısından çalıntıdır.

Tuesday 5 April 2011

dönmek var, ölmek yok

beni tanıyanınız var mı? tanımayanınız mı demeliydim yoksa? günah keçisi ben, hani göt oluşlarınızı üzerine yıktığınız eleman. hani yetemediğiniz, ya da dili sivri olup da kalbinizi kıran. hah. evet işte o benim..  bugün yine kulağım çınladı. sakalımı sıvazlayıp geldim, gördüm, abbas yolcu. olmuş bak bu sefer cano. tam onikiden vurdun, o niki'den de vurmuş olabilirsin. nasılsa semerin bir faydası olmuyor. doğru söyleyen keçiyi pastırma mı yaparlar, kavurma mı? uyumak için koyun sayan kurt uyuyabilir mi? babam nasıl böyle pasta yapabiliyor? bu kadar boynuz bileylemek yeter. şimdi bodoslama dalış yapalım okyanusa!


sevgili abdurrahman çelebi,

arabeskin modası sen çocukken geçti. o dönemlerini atlatamadığın için olsa gerek fantazi müzik ve ardından elektronik gitar soloları atılan pop müziğin revaçta olduğunu göremiyorsun. oysa ki müslüm baba kendini arabanın önüne bağlatıp süt içmeye başlayalı epey vakit geçti. sap olduğun balta ya taşa denk geliyor ya da fazla derine saplanıyor ki çıkartamıyorsun. o da sapı tutan mühendislik harikasının lütfu.

uyuyan güzel rüyasında pamuk prensesin üvey annesini gördü diye onu öpen kurbağaları prens sanıp arkalarından kuyuya atlamışsa kabahat kimde? kimden ötürü, de bana. sezar'ın hakkı sezar'da kalsın. isa'nın takipçisi daha çok. n'apsın sezar'ın üç kuruşluk hakkını.. sen koca imparatorluk yönet; devlete, hukuka onca katkısı olsun devletinin, sonra bir düşperest gelsin, herkes ondan yana olsun. fukara edebiyatı anacım, bizim millet acımayı seviyor işte..

demem o ki ağlama değmez hayat üç kuruşluk masallarına.

dur bakayım, nasıl bitiyordu o..

naşş!! (iki kere ünlem)

Thursday 17 February 2011

Kitaplar da kitabevleri de bizimdir

Metis bu yil, "Irkcilik, Ayrimcilik ve Nefret Suclari" temalarini ele alan bir ajanda yayinladi. Ajandanin satisi ilk once, "tum faaliyetlerini ulu onderimiz Mustafa Kemal Ataturk'un cizdigi ilke ve dusunceler dogrultusunda yurutmekte" oldugunu aciklayan bir bildiriyle, Nezih Kitabevi tarafindan yasaklandi. Gazetelerde ve internet sitelerinde ajandaya karsi haksiz bir teshir ve ardindan linc kampanyasi baslatildi. Son olarak da HEPAR isimli bir Nazi partisinin uyeleri, grup halinde kitabevlerini basip, ajandanin satisini durdurmalari konusunda tehdit etmeye basladi (https://www.facebook.com/video/video.php?v=110524145689705&comments).
Kitabevleri yetkililerini tehdit eden HEPAR uyeleri kendi cektikleri videolarda "Kimin ekmegini yiyorsunuz?", "Bu PKK yandaslarinin ajandasidir", "Turk milletine hakaret ediyorsunuz", "Bunlari kaldirmazsaniz baska yollara basvuracagiz" gibi, kendi irkci ideolojilerine uygun cumleler sarf ediyorlar. Her zaman oldugu gibi yine tek bildikleri yontemi, tehdit, hakaret ve siddeti kullaniyorlar.
Biz bu zihniyeti taniyoruz. Dusuncelerini aciklayan Orhan Pamuk'un kitaplarini toplattirip yakan kaymakamin zihniyetidir bu. Iktidara geldiklerinde ilk isleri, Almanya'nin meydanlarinda kitap yakmak olanlarin zihniyetidir. 12 Eylul'de milyonlarca kitabi toplatan, yazar ve yayinciyi hapse atanlarin zihniyetidir.
Karalama kampanyasinin kaynagi da zaten bu zihniyet sahiplerinin kimler oldugunu gayet acik ozetliyor:
Yahoo gruplarinda kampanyayi baslatanlar "1966 yilinda Kara Harp Okulu ve Muadili Okullardan Mezun Subaylar" grubu. Saldirilarin merkezinde basinda eski bir askerin bulundugu ve uyeleri icin tek tip giysiler tasarlayan HEPAR adli Nazi orgutu var. Bu orgutun bayragi ve amblemini Nazilerinkiyle karsilastiran herkes benzerligi hemen gorecektir. Propaganda yazilari da jurnal ve karalama merkezi ODA TV'den yayiliyor.

***

DurDe Girisimi olarak, Turkiye Yayincilar Birligi'ni, uyeleri olan Metis Yayinevi'ni savunmaya davet ediyoruz. Birligin resmi sitesinde, amaclar bolumunde yer alan (ve sonuna kadar katildigimiz) "Dusunce ve kanaatlerin soz, yazi, resim ve baska yollarla aciklama ve yayimlama ozgurlugunun onundeki engellerin kaldirilmasina calismak" ilkesinin gereklerini kendilerine hatirlatiyoruz.
DurDe Girisimi olarak, butun demokrasi dostlarini, dusunce ve ifade ozgurlugu dusmanlarinin bu cirkin saldirilarina direnmeye davet ediyoruz.
Metis Yayinevi ve saldiriya ugrayan kitapevleriyle dayanismak icin, butun dusunce ozgurlugu savunucularini;
19 Subat, Cumartesi, Saat 15.00'da Istiklal Caddesi'nde "Irkciliga, Ayrimciliga ve Nefret Suclarina Karsi Ajanda"yi sokakta satmaya cagiriyoruz.

Onlar kitaplari yirtar, biz okuruz.
Onlar kitaplari yakar, biz yazariz.
Onlar kitaplara saldirir, biz savunuruz.
Kitaplar ve kitapcilar bizimdir. Bir avuc irkcinin degil.

Irkciliga ve Milliyetcilige DurDe Girisimi
www.durde.org
16 Subat 2011

***

Baska neler yapabilirsiniz?

1. Turkiye Yayincilar Birligi'ne ulasip, 300 uyesinden biri olan Metis'i savunmalari hakkinda fikirlerinizi iletebilirsiniz.
Tel: +90 212 512 5602
Faks: +90 212 511 7794
Websitesi: www.turkyaybir.org.tr
E-mail: info@turkyaybir.org.tr
2. Saldiriya ugrayan Kabalci ve Istiklal kitabevlerine gidip "Irkciliga, Ayrimciliga ve Nefret Suclarina Karsi Ajanda" almak istediginizi ve dayanisma icinde oldugunuzu soyleyebilirsiniz.
3. Yoneticisi veya uyesi bulundugunuz site, blog, sayfa ve mail gruplarinda duyurumuzu yayginlastirip, insanlari kitaplari savunmaya cagirabilirsiniz.
4. 19 Subat, saat 15.00'da bizimle birlikte "Irkciliga, Ayrimciliga ve Nefret Suclarina Karsi Ajanda"nin dayanisma satisina gelebilirsiniz. Bunun icin saat 14.30'da Karakedi Kultur Merkezi'nde bulusuyoruz. Adres: Istiklal Caddesi, Bekar Sokak, 16/2, Beyoglu - Istanbul.

Wednesday 2 February 2011

bu blog kendini imha etmiştir

bir önceki yazımda dostlara, arkadaşlara teşekkür ettim bugüne kadar yanımda oldukları için. bugünden sonra da yola yalnız devam etme kararı aldım. hayatımdaki herkesin gittiği, sıfır kilometre bir yol istiyorum bundan böyle. nilgün'ün 'savrulan beden'de dediği gibi "dost, ana baba ve hiçbir umudu düşünmeden / kesmeliyim soluğunu doğmuş olmanın." öyle değil. ölmek istediğim yok. hiçbir şeyi düşünmeden, hiç kimse için kaygılanmadan yaşamak istiyorum. bu hayatta kim umursuyor beni bilmiyorum. umursanmanın ne faydası varsa bana sormayın onu da. sürekli kuran okuyup öleceği zaman için kıçını yırtan bir anne ve aciz bir babanın yükünü istemiyorum. öldüğüm zaman her şey bitecek. bunların hiçbir anlamı kalmayacak. sona yaklaşırken yerimde debelenmek, debelendikçe de dibe gitmek istemiyorum. hiçbirinizin beni anlamasını beklediğim için yazmıyorum. buraya kadar okuduysanız kapatın hatta sayfayı. gelmeseniz de olur buraya, okumasanız da. şu an sadece yazmak istiyorum. bağıra bağıra küfür edeceğime komşuların duyacağı şekilde, buraya yazayım diyorum, yazıyorum.




muhtemelen bundan sonra uzunca bir süre yazmayacağım. insanlar çok yorucu. msn'e girmeyi de düşünmüyorum pek. facebook? oyunlarımı oynarım, dokunmam başka bir şeye. telefonlara çıkacağımı da sanmıyorum uzunca bir süre. (arayın, sorun diye yazmıyorum. öldüm sanmayın, bilin dostlar.) zaten deliliğin eşiğinde bale yapıyorum, ayağım kayar düşerim belki..


buralardan gideceğim günün hayalini kuruyorum. inanmasam da bir gün gidebilirim belki diye dişimi sıkıyorum. gitmeye bir yerden başlamak gerek artık. son bir mesajla bitireyim cem'den:


"gitmek yenilmek değil
kazanmak da
gitmek, gitmektir işte
hepsi bu"

Tuesday 1 February 2011

"seni sevecek yerlerim ağrıyor bugün"

bugün hayatımdaki önemli günlerden birinin bilmem kaçıncı yıl dönümü. çok içli bir yazı yayınlamak istiyordum. yıllar önce ne hissetmişim diyerek eski bloguma gittim, eski yazıları didikledim. güldüm. ne sikko içeriklermiş. ne haldeymişim. okurken 'zavallı' deyip geçtim ben de kendime. muhtemelen çoğu kişi de öyle yapmıştı o zamanlar. neyse ki o zamanlar bahsettiğim eksik yanlarımı doldurdum az buçuk, evrildim, değiştim, falan oldum, filan oldum.

ilerleyen saatlerde nasıl bir duygusala bağlarım bilmiyorum. hazır kafam yerindeyken söylemem gereken çok önemli birkaç şey var..

hayatımın en dip günlerinde yanımda olup beyin mıncıklaması geçirttiğim tüm dostlarıma sonsuz teşekkürler ediyorum. iyi ki oldunuz, iyi ki varsınız. birçoğu burayı okuyamayacak. bu yolda kaybettiğim insanlar da oldu, kazandıklarım da. arşivlere geçsin diye aklıma gelen birkaçını sıralamak istiyorum aşağıda:

karoshi - sen olmasaydın halim nice olmuştu ey kadın. kolla beni..

omegan - empati yaparak seni dinlerken birbirimize akıl vermemiz iyi oldu, güzel oldu. iyi bir arkadaş kazandım.

gaia - hep bizim başımıza geliyor, evet! =)

feanor - sağol.

pippi - biliyorum daraldın o dönem benden ama napıyım..

lethe - sen de daraldın ama sabırlıydın..

saratwati - o kafayla sen bile dinledin. biliyorum sen de sıkıldın..

sam - dinleyeceksin tabi lan!

kaypak didem - çok uzattığımı düşündün, gidenin ardından bu kadar ağlanmaz dedin. al işte sen de buldun..

countess bathory - daraldıkça, içtikçe arayıp az mı ağladım sana canım dostum..

kahloist - olmaazzz, olmaazz.. sensiz olmaz kahlom benim..

şebnem ferah - sıçtın ağzıma yıllarca..

gri neon - artık sana karşı suçlu hissetmiyorum. çüss..

cici - sayende hüznümle alay etmesini öğrenip ne kadar basit olduğunu anlamaya başlamıştım.. gerçek yüzünü görmemi sağladın..

aslı ve seda - beni iyi dizginlediniz rehabilitasyonumda.. na zdrowie!

ophelia - dinleyip anlamaya çalışman bile güzel..

cigaram - beni alıp itin götüne soktun bazen, bazen de kafamın içinden çıkmamı sağladın, eyw..


tek kalemde aklıma gelenler bu insanlar. daha birçoğu oldu, birçoğu geçti. onlar da sağolsun.. =)

not: başlık karakedi'nin bir şarkısındandır..

Saturday 29 January 2011

aloooooooo.......

batılı kendinden menkul düşünceler (mim)

yerden göğe ve başladığı yere geri dönen bir merdivenin altından geçtik ya, öclerimiz karıştı birbirine nemli bir akşam vakti. gözlerin güzeldi, bir atkı dolamıştın boynuna. gözlerin koyu koyu bakardı utangaç ve sevdalı. kaşların gözlerini savunurdu da kirpiklerin onlara siper sererdi inceden. uyandım. bir gece önce mırıldandığım şarkıyı unutmuşum; gözlerinin içine başka hayal girmesin.. göz kapakların bakışlarını örtmüş gibiydi de, öyle değildi aslında. uyku. alnında gezdirdim parmaklarımı. baktım, izledim, özledim yastığının kıyısından bakışlarını. dudaklarım okşadı gözlerini ki o gözler beni görmedi hiç sevişirken. dudaklar gözleri okşarsa yola bakar derlerdi kalpler. takmadım. kimseyi takmazdım zaten; dostu, dini, batılı ya da şüpheyi.

baharı muştulamaktaydı cemreler teker teker. havaya, suya ve toprağa düştü. üç tane. tanrılar uyanır, doğa ana uyanır diye kutladım herkesin bayramını. son cemre düştüğünde bir baktım eksilmiş içimin büyük parçası. bahar kapımdan alıp götürmüş aşkı; bahar oldu aman, al kese astım gül dalına. o cemreler içimden kopmuş teker teker..


kıyıda oturdum bir kayanın üzerine. altımda deniz, üstümde kızıla bulalı akşam vakti. 'herkes hak ettiğini bulur..' derdim de 'kime ne ettim bilmeden..' diye hayıflandım kendi kendime; aklımın sokaklarını arar sorarken, kim bilir ben kaç kalp kırdım. sonra insan olmaya karar verdim. tanrı'yı fasülye yaptım oyunda. hepimiz iyiyiz, hepimiz kötüyüz. artık kızmıyorum kimseye..

bilemediğim bazı hisler taşıyorum. göremediklerim var gözlerimle. biliyorum, beni sakınıyorsun annem.. omzumda izini taşıyorum; baykuş.. 



bu yazı aynadaki aksim'in 'batıl inançlarınızla ilgili bir mim yazınız.' mimine istinaden yazılmıştır. dileyen yazabilir. paslamıyorum. ama yazarsanız da haberim olsun.. ;)

Sunday 23 January 2011

bahar akşamları

(MASTERCARD by Ferdinando Scianna)

şimdiye büyümüşsündür
bisikletinden düştüğünden beri
yağmurlu bahar akşamı

şimdiye büyümüşsündür
o bahar akşamından beri
öte yollarda taze meyveler
dökülmüştür avucuna toprak kokulu
kalmamıştır yüzünde toyluğun izi
kirli bir ifade yerleşmedi mi hala
bakışlarındaki bilir tavrına
hani çiçeklerini göstermeden
çıplak ağaçlar kaldırımlarda
o denli savunmasızdı mevsim
gençlikti, taze kandı, kaynardı

'sen gittiğinden beri' diye
başlayan bir şiir yazmak istedim
bazı bahar akşamları
hükümsüz bir rüzgar gibi
önüme katarak çiğ damlalarını
düşmesin diye çocuklar, büyümesinler de
varsın hırpalıyayım kendimi
çirkin bir cisme vurup başımı
yine ağaçlara sordum adını
tarlalardan kopartıp al renginde çiçekleri
sildim yüzündeki sancının izlerini

şimdiye büyümüşsündür
sen gittiğinden beri
ağaçlar görmezden geldi baharı

..23/1/11

Sunday 16 January 2011

doğum günü mimsisi

dün gecenin artçıları olarak herkes bir doğum günüdür tutturdu gidiyor bloglarında. isim vermeye gerek yok şimdi. hem reklama girer, hem de dedikoduya.. amma ve lakin (böyle yazılmadığını biliyorum), ne diyordum efendim, hah, amma ve lakin engel olmayacağım kendime. neden olayım ki? peh peh peh.. işte bu doğum günü artçıları bir mim edasıyla salınırken blogroll'larımızda, kendime engel olmadım. olamazdım efendim..

"fazla içmeyeceğim zaten. eve de erken giderim. sabah kalkıp ders çalışmam lazım.."

böyle bir yalanla başladı gece işte.. hani yalan da değildi ama saat 00:00 itibariyle koca bir yalana dönüştü doğrularımız. gerçeklerimize el değmedi, gerçek olarak kaldı onlar: dostluklar, kahkahalar, şakalaşmalar, bıdı bıdı sarhoş muhabbetleri, sarılmalar.. ve saire (bu da birleşik yazılır) neyse ki bu sefer "seni çok seviyorum karoshi, iyi ki hayatımdasın.. ama şimdi kusmaya gidiyorum.." tarzı bir cümle kurmadım. ne(yi)me lazım, aksi bu sefer kolunu sokar, yapışırdı gırtlağıma..

şu fani dünyada payıma hep birahinin dibi düştü. pandora o anne içgüdüsüyle, masaya gelir gelmez birahileri boş bardaklara doldururken hep dibi kaldı bana. dibine yetişmişim dünyanın. ama olsun fıstıklı pasta fıstık gibiydi. hani fıstıklı değildi de 'fıstık pasta'ydı. bittim kendisine, aşığıyım..

gecenin nasıl bittiği benim için bir muamma.. kızılkayalar'ın önündeki o kısa direklerin(adları herneyse artık) üstüne otururken bir aksi gördüm sanki.. sonra karıştı kalabalığa, göremedim bir daha.. sonra karoshi ve ekibini gördüm. işaret parmağımla 'bir saniye..' yaparken "bir tane de ben alayım bari.." diyip gittikten sonra onları da bulamayıp boynu bükük evime döndüm.

dolmuşta sınıfımızın erasmuslusu andrej'le karşılaştım -ki kendisi yeni damadımız sayılır gaia tarafından. sonra metrobüste dizime başını koyan o sarhoş da olmasaydı şefkate aç kalacaktım. (bu dünyanın dibi kalıyor lan hep bana!)

(g)özel not: bu yazıyı birkaç kişi dışında herkes saçma bulacaktır, bulasıdır..

Tuesday 4 January 2011

çimen türküsü



"benim de bir kavanoz kırmızı balığım var, ama onu seviyorum diye bütün dünyayı sevdiğim de söylenemez a. bir yığın saçmalık, sevecek misiniz, söze de bak. istediğiniz kadar içinizi dökün, zarardan başka bir şey çıkmaz. unutulması gereken şeyleri hatırlamak neye yarar ki? insanlar bazı şeyleri de içlerinde saklamalı. ta içinizde, derindeki kendiniz, işte sizin iyi yanınız budur. sağda solda iç yüzünü ortaya dökenden ne beklenir? yargıca bakarsanız hepimiz başımız dertte olduğu için buradaymışız. laf! bizim ne diye burada olduğumuz çok basit. bir defa, burası bizim ağacımız, ikincisi, o yok mu o, bir de o yahudi parçası, bize ait olan bir şeyi aşırmaya yelteniyorlar. üçüncüsü, sizler, hepiniz burada iseniz, burada olmak istediniz de ondan, ta içinizden gelen bir ses böyle yapmanızı istiyor.."




"..ama düş kuramayan insanlar insanlar terlemeyen insanlar gibidir, içlerinde bir yığın zehir birikir."


truman capote