Saturday 30 October 2010

Kaplumbağa

Vaktim uzun
Aceleye gerek yok
Yüküm de ağır sırtımda
Bir hayat taşıyorum
Bazen durup da
Çekiliyorum kabuğuma
Bekliyorum bir şeyleri
Son gibi, ölüm gibi...
Takılıyorum
Yuvarlanıyorum
Ama hiç acelem yok
Ölümümü arıyorum dünyada
Boşa değil ya
Bu ağır adımlarım

Wednesday 13 October 2010

13 Ekim 1987, Nilgün Marmara


"ben marmara'da yüzer dedim intihar balıkları
ve orada uçar leş yiyen kuşları
o, evet, dedi
marmara tutunamadı"

Monday 11 October 2010

ahirette dış hatlar

dikkat!dikkat!
başlangıca 3 dakika 57 saniye kaldı.
intiharlı ölümlere gidenler
ihanet kapısına lütfen.
Zaman, elimizde olmayan bir sebeple
kontrol edilemiyor.
ışık pınarına sızan yıldız
tozlarının kirlettiği su
kalan umutları da mahvetti
sayın hortlaklar.
şu andan itibaren iyimserlik
köftesini menümüzden kaldırıyoruz.
telaş etmeyiniz,
yalan ağacında hala yeterli
sayıda meyve var.

dikkat!dikkat!
son 3 dakika 27 saniye.
ikinci şans affıyla gelen
günahkarlar talih geçidine.
bu fırsatı da kaçıranlar
bizzat tanrı tarafından
ateşli, çivili kutsal kitap
işkencelerine maruz kalacaktır.
yolunu şaşıranlar görevli ermişlerce
huzur kapısına yönlendirilecekler.
dünyadaki hızlı nüfus
artışı ve kıtlık sebebiyle
ek kontenjan açılmıştır.
başvurularnızı danışmaya yapınız.
kabul edilenler ot, koyun, inek,
taze kütük ve kümes ahalisi
peronlarına kabul edilecektir.

Saturday 9 October 2010

'Bir Yitmişliğin Öyküsü'nden


"Bir şarap şişesine akar bazen.
Şarap acısını boğar, ruhu şişeyi doldurur.
Çaresizlik avlusunda sızar belki ölür diye,
Nihayet ölüm gelir bir tıkaç olur şişeye."

Varlık Dergisi, Aralık 2004

Tuesday 5 October 2010

beni benden koruyun, memur bey!

dün gece saat 1 gibi arkadaşımdan çıkmış eve dönüyordum. yürüyeceğim mesafe 10 dakikaydı. henüz 3 dakika yrümüştüm ki yolun kenarında, arkamdan gelen bir ışık gördüm ve arkama baktım. sonra o ışık yaklaştıkça yavaşladı. evet, bu oydu. kaçınılmaz olan gelmişti çok da gerekliymiş gibi.. POLİS..



durdum. yaklaştım.

"nereye gidiyorsun?"

"efendim?"

"nereye gidiyorsun?"

eğilere.. "anlamadım.."

"nereye gidiyorsun?"

"eve gidiyorum."

"evin nerde?"

"ilerde!" hangi mahallede olduğunu falan da sordu iyi eğitilmiş sokak bekçimiz.

" arkadaşımdan çıktım, evime gidiyorum. garip olan ne anlamadım."

"biraz geç değil mi? ne iş yapıyorsun?"

"öğrenciyim. bunun vakti mi var?"

"çantanda ne var? laptop mı var?"



"efendim?"

"çantanda laptop mı var?"

"ne? anlamadım?"

"çantanda laptop mı var?"

"hayır.."

"ne var?"

"e kitap falan var.." artık gerilmeye başlamışımdır.. benim bu halimi gören polis memuru kendince samimi konuşmaktadır. hala kimliğimi sormamış, kasabanın şerifini oynamaktadır. "yani evime gidiyorum. arkadaşımdaydım. durduruyorsunuz. garip değil mi bu? yolda yürüyorum işte.."

"ama şürheli görünüyorsun.."

"arkamdan gelen arabaya baktım. bu mu şüpheli gösterdi?"

"yok, onla alakası yok. şüpheli görünüyorsun.. işimiz bu. şüphelenip durduracağız.."

"e siz herkesten şüpheleniyorsunuz. olmaz ki böyle.."

"güvenliği sağlamak için yapıyoruz bunu. korumak için.."

"vatandaşı da vatandaştan korumayın ama.."

gerginlik, heyecan ve korkuyla karışarak bu son cümleleri söyledim uzaklaşan aracın camından benimle konuşan polise. kafam dağılmış, gerilmiştim. son 3-4 haftada 2. kez gece yolda bir polis aracı tarafından durduruluyorum. bu kadar şüphe uyandırmamın sebebini bilmiyorum ama pısıp uslu ve ezik vatandaşı oynamak istemiyorum. maalesef ki bu konuda yapabileceğim pek bir şey yok de yok. kime şikayet edeceğim? ne diye şikayet edeceğim? etsem, ettiğim merci gülmek için kaba etini mi kullanır?

Sunday 3 October 2010

olasılık sanrısı'ndan

saçlarına karışan minik cin yavruları
sırlar oynardı gece bahçelerinde