Saturday 27 February 2010

kopan üç parça

I.

sen ki
gözlerimden kopan bir göktaşıydın
uzak bir gezegenden bakıp
dilek tuttular ışığını görünce
umut bağlanan, kör düğümü ömrün
kimbilir hangi kıyameti taktın peşine


II.

karanlık perdeden söylenen bir türkü
ellerimde ölüm ve mutluyum yine
gözlerimde o sonsuz pencere
yaptığım laf kalabalığı, evet
ve emrimde binlerce köle
noktalı, virgüllü ve harfli zincirlerle
vuruyorum ciğerine soru işaretleriyle
yaşamın ve utancın eşiğinde
ve evet, ölüyüm işte
ve evet, hiçliğin ortasından
haykırıyorum göğe
belki sesimi duyar
aç bir kırlangıç da
koparıp dilimi yutar diye
ah o sonsuz çile
yalnızlığın erişilmez avuntusunda
yabancı bir dilin hücumu üzerime
aksak hecelerle inen her darbe
bir es veriyor umut, umut diye


III.

elimden uçan bumerangın
sırtıma çarpmasıyle uyandım düşümden

Saturday 13 February 2010

admitting a loss


we act grandsons of a disaster
noted a wondrous destruction
my journal is full of defeats
my skin is light of hope
still standing on the fields of death
how can the past be justified
all rotten and betrayed trust
we are sons of faith
so-called promises and ruined fate

Monday 8 February 2010

Kaosun Altın Çağı - II

Çoğu insan düzenli bir hayatı olsun ister. İstediği bu düzene ulaşmak için durmadan çalışır, çalışır, çalışır. Sonra birgün bir aksilik olur. Hiç de hesaba katmamıştır. İşte düzen bozuldu. Düzenin hassas dengesi kimsenin kontrolünü tanımaz. Otorite pamuk ipliğine bağlıdır.

Düşünce sistemlerine bakalım. Nasıl da kusursuzları vardır. O kadar kusursuz olduklarını düşünürüz ki hayatımızı onların üzerine kurmuşuzdur. İnsanlarla ilişkilerimiz, ilişkiye girdiğimiz insanlar, sohbetlerimiz, bakışlarımız ve daha birçok unsuru hayatımızın.. Hepsini önüne serdiğimiz sistemler. Ve bir düzen düşleriz, bir ütopyayla filizlenir bu ideolojiler zihnimizde. Yaşlandıkça kök saldığı da olur, kuruyup gittiği de. Kök salmışsa, mücadele gerektirir. Yaymak isteriz, insanlara kabul ettirmek, aynı oranda da kitleler oluşturup erki düşüncemiz yoluyla kendimize geçirmek.

Fikirlerimiz bizden bağımsız dolaşsaydı ortalıkta ve onları rengarenk kütleler olarak tasvir edebilseydik nasıl bir görsel şölene tanık olacağımızı düşünün. İşte bu görsel şölenin aslında nasıl bir savaş meydanı olarak vücut bulduğunu, yarattığımız çatışmaları kestirebiliyoruz gözümüzde artık. Hepimiz tacı ele geçirmek istiyoruz fikirlerimiz aracılığıyla, hepimiz diktatör olmanın bir yolunu buluyoruz binlerce yıldır evrimleşmiş demokrasilerle.

Yaratımız olan çatışmalar bizi nereye götürecek peki? Bilimkurgunun gözümüze soktuğu, insanoğlu için karanlık bir geleceğe mi, yoksa dengelenmiş ve birbiriyle barışarak bütünleşmiş bir insanlığa mı? Düzeni korumaya çalışanlara aldanmayın derim. Düzeni korumak ondan yarar sağlayanların ya da akılsızların ülküsüdür. Düzeni değiştirmek evrilmenin tek yoludur. Ara vermeden bir ‘diğeri’ yaratmanın milletlerden daha üstün bir ülkü olan insanlığın asla yararına olmadı. Artık feodal yapılar halinde birbirimizden habersiz yaşamıyoruz. Afrika’daki açlıktan da, Avrupa’daki hayvan hakları savunucularının verdiği hukuki mücadelelerden de haberimiz var. Egomuzu kendi dünyamızda bırakıp erk için savaşmayı bırakalım artık.

Demokrasiyse egemenlerin demokrasisi olmasın.

Özgürlükse varsılların özgürlüğü olmasın.

Varsıllıksa iktidar sahiplerinin varsıllığı olmasın.

Ülkeler ve sınırlar birkaç yüzyıldan fazla yaşayamazlar. Sınırlar için savaşmak en fazla nüfus artışına karşı alınan canice bir önlemdir. Farklılıklarla yaşamayı öğrendikçe sınırlar anlamsızlaşacaktır. Refah sınırlarda değil. Refah evimizdedir. Hiçbir aklı selim insan bir dünya imparatorluğunun vatandaşı olduğu için huzurlu ölmemiştir.

Kendi çıkarlarımız için yönetme hırsımızı bırakıp yaşama hırsı edinmemizin zamanı gelmiştir. Aksi takdirde düzen koruyucular tarafından adaletsizlik tüm insanlığı aşarak sınırlar çizecek ve açlarla tokları haksız bir mücadelenin içinde yozlaştıracaktır.

Not: Bu yazı 09.02.2010 tarihinde serbest yazarlarda yayınlanmıştır. Yazının ilk bölümünü de buradan okuyabilirsiniz.

Wednesday 3 February 2010

cemal süreya - iki şey

"..
iki şey: aşk ve şiir
mutsuzlukla beslenir biri
biri ona dönüşür"

cemal süreya - iki şey