boş bir bebek arabası sürüyor sigara kutumun üstündeki kadın. birazdan buruşturup atacağım o kutuyu. son sigaram bitsin. dışarı çıkmaya üşendiğimden yavaş çekiyorum dumanı içime. içimden çıkmasın.
sigara dumanından bahsederken birkaç yıl önce yazdığım bir yazı geliyor hatırıma bazen. hatırı kalmamış bir nefesin duvara çarpıp dağılmasıyla ilgili. yanıp yanıp nasıl dağıldığımla ilgili.
buradan bakınca, oturduğum mutfak masasından, çok uzak geliyor o dağılmış halim. atmosfere karıştım da göremiyorum sanki nereye çarptığımı. o yazıyı yazdığım adam çok uzak, gerçekten uzak.
şapka devriminin bilmem kaçıncı yıl dönümüymüş bugün. başımda şapka yok. devrim desen, o hiç yok. benim devrim geçmiş. devrilmişim.
boş bir sigara kutusunun üstünde bakışlarımı yakalıyorum. kaldırıp harflere kaydırıyorum. yıllarca kendimi mahkum ettiğim o ruh hali atmosfere karışmış.
hayatı askıya aldım. arada düşüyor ama, bir hareketlenme.. hayat arada onu astığım askıdan düşüp hareket ediyor. üzerime giyiyorum canım çektiğinde. katlayıp dolaba kaldırmak yok. zaten hayata uygun bir elbise askısı da yapılmadı henüz. katlamak da olmaz hayatı. izi kalır.
böyle bölük pörçük yazıyorum. sen de okuyorsun. sağol.
25/10/10
Friday, 26 November 2010
Thursday, 25 November 2010
aps anıları (mim)
dün gece dişimi fırçalarken gecenin bir körüydü. öyle aynaya bakarken anılarımız hakkında düşündüm, hatıralar hakkında düşündüm. bir çöpe nasıl anlamlar yüklediğimizi vesaire. evin baş köşesinde, kurşun geçirmez cam bir kafeste saklamasak da 'orada bir yerde' duran eşyaların anlamsızlığı geldi aklıma. öyle birden bire parladı öblek suratıma bakarken, ağzımda kudurmuşum gibi köpüren köpükle birlikte.
ölesiye anlamlar yüklüyoruz ya bazen, gözümüze bile belletmeden gözümüz gibi sakınıyoruz bazı eşyaları.. hayatımızın önceki çağlarından kalma antikalar.. ilk çağdan kalma höyüklerimizden çıkan o işe yaramaz testiler, çanaklar, takılar.. ne kadar da dekoratif.. evet, dekoratif. o eşyaların hiçbiri saklanmak için yapılmadı, onlar hiç öyle işlevsiz kalmadılar. bizse kalkmış çok matahmışız gibi onlara anlamlar yüklüyoruz ve saklıyoruz. sanki o anlam yüklerini eşyaya nakledince bizde hafifliyor her biri.
dolabımda eski, sarı ve plastik bir aps kutusu var. içinde fotoğraflar, küçük kurşun askerler, eski paralar, mektuplar ve daha başka ıvır zıvır var. her birinin ayrı anıları var. arada açıp, döküp basit hayatımın anılarını kazıyorum. öyle ki hatırlamak istemediklerimi hızlıca çıkartıp üzerini başka anı parçalarıyla gömüyorum. sonra aynı şekilde kutuya geri gömüyorum.
dün gece dişimi fırçalarken aklımdan ne geçiyordu da anılar hakkında düşündüm bilmiyorum. istedim ki eşyaları atalım ve bütün anılarımızı kafamızın içinde saklayalım. ışığı görecekleri zaman gelecek bilinç yüzeyinde. karanlıkta da kalacaklar. ama en güzel şekilde, ihtiyaç duyuldukları zaman gelecekler hatırımıza.
dün gece dişimi fırçalamadan saatler önce bir mim fenalığı salalıım dedik blog alemine. belki daha önce de yayıldı bu konuda mim dalgası, olsun. şimdi sizden anılarınızla, anılarınızın değeriyle ve onları yüklediğiniz eşyalarla ilgili bir yazı yazmanızı istiyorum dostlarım. işte virüsümü bulaştırdığım kıymetliler:
zuihutsu
pandora
aynadaki aksim
beenmaya
aydan atlayan kedi
21/11/10
ölesiye anlamlar yüklüyoruz ya bazen, gözümüze bile belletmeden gözümüz gibi sakınıyoruz bazı eşyaları.. hayatımızın önceki çağlarından kalma antikalar.. ilk çağdan kalma höyüklerimizden çıkan o işe yaramaz testiler, çanaklar, takılar.. ne kadar da dekoratif.. evet, dekoratif. o eşyaların hiçbiri saklanmak için yapılmadı, onlar hiç öyle işlevsiz kalmadılar. bizse kalkmış çok matahmışız gibi onlara anlamlar yüklüyoruz ve saklıyoruz. sanki o anlam yüklerini eşyaya nakledince bizde hafifliyor her biri.
dolabımda eski, sarı ve plastik bir aps kutusu var. içinde fotoğraflar, küçük kurşun askerler, eski paralar, mektuplar ve daha başka ıvır zıvır var. her birinin ayrı anıları var. arada açıp, döküp basit hayatımın anılarını kazıyorum. öyle ki hatırlamak istemediklerimi hızlıca çıkartıp üzerini başka anı parçalarıyla gömüyorum. sonra aynı şekilde kutuya geri gömüyorum.
dün gece dişimi fırçalarken aklımdan ne geçiyordu da anılar hakkında düşündüm bilmiyorum. istedim ki eşyaları atalım ve bütün anılarımızı kafamızın içinde saklayalım. ışığı görecekleri zaman gelecek bilinç yüzeyinde. karanlıkta da kalacaklar. ama en güzel şekilde, ihtiyaç duyuldukları zaman gelecekler hatırımıza.
dün gece dişimi fırçalamadan saatler önce bir mim fenalığı salalıım dedik blog alemine. belki daha önce de yayıldı bu konuda mim dalgası, olsun. şimdi sizden anılarınızla, anılarınızın değeriyle ve onları yüklediğiniz eşyalarla ilgili bir yazı yazmanızı istiyorum dostlarım. işte virüsümü bulaştırdığım kıymetliler:
zuihutsu
pandora
aynadaki aksim
beenmaya
aydan atlayan kedi
21/11/10
Sunday, 21 November 2010
on para (mim)
benim adım 10usd, amerikan parasıyım. bildiğin bütün dünyada söz hakkım var. mazime gitsen dönemezsin. o kadar. şimdi size hayatımdan bir kesiti anlatacağım. yaşanmadı sanmayın bunu, gerçektir anlatacaklarım..
hikayem sharjah'ın uluslararası havaalanında başlıyor. iki adam gelip beni türk lirasıyla değiştiriyorlar. birlikte bekliyoruz. 7 saat bekliyoruz birlikte. yere serdikleri gazetelerin üzerinde uyudular. ezildim ceplerinde. sonra uçuş..
sıcak bir ülkeye çıktık. hindistanmış sanırım. hava çok sıcak, çok nemli. nefes alamıyorlar. yollarda uyuyan insanlara bakıp üzülüyorlar. zavallılar.. taksiciye ne kadar bahşiş vermeliler diye tartışıyorlar. acaba hint parasının değeri nedir? ne kadar vermek gerekir? sonra hallediyorlar, taksici hiç memnun değil. çok komik bir para verdiler..
ertesi gün döviz bozdurulan bir yere gidiyorlar. benden kurtulmak istiyorlar artık. değerim 420 rupee. şimdiki sahibim kapkara bir hintli, tütsü kokularının arasında diğer o10'luklara karışıyorum. böyle beklerken bir rus çift geliyor. iki 100'lük atıyorlar sahibimin önüne, 150'sini bozdurmak istiyorlar. para üstü olarak gidiyorum ceplerine. kalabalık caddelerde dolaşıyoruz. sayısız kokunun içinden geçiyoruz. sonra sallanmaya başlıyor herşey, sanırım bir bottayız, okyanusun üstünde. ahh bu koku daha ağır.. bir adaya geldik, el e fantana.. küçük sarı muzlardan alıyorlar. maymunlar adası burası. taş tapınakların, harabelerin arasında özgürce koşturan maymunlar. buranın parası muz olsa gerek, maymunlar muzları kapışıyor insanların elinden.
uçağa bindik, tatilleri bitti rus çiftin. istikamet moskova. ömrüm havaalanlarında geçecek sanırım. karşılığımda 310 ruble alıyorlar, ben yine diğer 10'lukların arasına.. derken çok beklemiyorum. şişman bir amerikalı geliyor. şık giyinmiş, parfüm kokuyor. bir işadamı olsa gerek. cüzdanına koyuyor beni. en değersiz para benim şu anda.
new york.. new york.. ve şu ünlü new york taksileri.. müslüman bir göçmen, taksinin şoförü. şimdi onun cebindeyim.. gül suyu kokulu elleriyle beni çıkartıp kasiyere veriyor. genç bir kız kasiyer. siyah elleriyle beni alıp düzgünce yerleştiriyor kasaya. müşteriler gelip gidiyorlar.. her renkten, her ırktan insan görüyorum..
not: efenime söyleyeyim. bu bir mim yazısıydı. aynadaki aksim'den geldi bana. elimden geldiğince şu konuda yazmaya çalıştım: uluslararası geçerliliği olan bir parasınız ve elden ele dolaşıyorsunuz dünyayı.. evet, sanırım özetle buydu konumuz. şimdi buyrun siz döktürün bakalım:
beenmaya
idea
hikayem sharjah'ın uluslararası havaalanında başlıyor. iki adam gelip beni türk lirasıyla değiştiriyorlar. birlikte bekliyoruz. 7 saat bekliyoruz birlikte. yere serdikleri gazetelerin üzerinde uyudular. ezildim ceplerinde. sonra uçuş..
sıcak bir ülkeye çıktık. hindistanmış sanırım. hava çok sıcak, çok nemli. nefes alamıyorlar. yollarda uyuyan insanlara bakıp üzülüyorlar. zavallılar.. taksiciye ne kadar bahşiş vermeliler diye tartışıyorlar. acaba hint parasının değeri nedir? ne kadar vermek gerekir? sonra hallediyorlar, taksici hiç memnun değil. çok komik bir para verdiler..
ertesi gün döviz bozdurulan bir yere gidiyorlar. benden kurtulmak istiyorlar artık. değerim 420 rupee. şimdiki sahibim kapkara bir hintli, tütsü kokularının arasında diğer o10'luklara karışıyorum. böyle beklerken bir rus çift geliyor. iki 100'lük atıyorlar sahibimin önüne, 150'sini bozdurmak istiyorlar. para üstü olarak gidiyorum ceplerine. kalabalık caddelerde dolaşıyoruz. sayısız kokunun içinden geçiyoruz. sonra sallanmaya başlıyor herşey, sanırım bir bottayız, okyanusun üstünde. ahh bu koku daha ağır.. bir adaya geldik, el e fantana.. küçük sarı muzlardan alıyorlar. maymunlar adası burası. taş tapınakların, harabelerin arasında özgürce koşturan maymunlar. buranın parası muz olsa gerek, maymunlar muzları kapışıyor insanların elinden.
uçağa bindik, tatilleri bitti rus çiftin. istikamet moskova. ömrüm havaalanlarında geçecek sanırım. karşılığımda 310 ruble alıyorlar, ben yine diğer 10'lukların arasına.. derken çok beklemiyorum. şişman bir amerikalı geliyor. şık giyinmiş, parfüm kokuyor. bir işadamı olsa gerek. cüzdanına koyuyor beni. en değersiz para benim şu anda.
new york.. new york.. ve şu ünlü new york taksileri.. müslüman bir göçmen, taksinin şoförü. şimdi onun cebindeyim.. gül suyu kokulu elleriyle beni çıkartıp kasiyere veriyor. genç bir kız kasiyer. siyah elleriyle beni alıp düzgünce yerleştiriyor kasaya. müşteriler gelip gidiyorlar.. her renkten, her ırktan insan görüyorum..
not: efenime söyleyeyim. bu bir mim yazısıydı. aynadaki aksim'den geldi bana. elimden geldiğince şu konuda yazmaya çalıştım: uluslararası geçerliliği olan bir parasınız ve elden ele dolaşıyorsunuz dünyayı.. evet, sanırım özetle buydu konumuz. şimdi buyrun siz döktürün bakalım:
beenmaya
idea
Saturday, 20 November 2010
hayda rinna
yok, dedim, artık böyle düz yazı, iç döküntüsü, günlük kıvamında yazılar yazmayacağım, dedim. arada bir şiir koyarım, kafam rahat (?) takılırım kendi çapımda, çapımda tomurcuklar açar, dedim. dayanamadım işte..
günlerdir evden çıkmıyordum. pazartesi vizelerim başlıyor çünkü. oturup da ders çalıştığımı sanmayın ha. chuck izledim, glee izledim, msn, facebook, blogger derken dün gece saat 10'da sohbet ettiğim arkadaşım davet edince düştüm yollara. bir gizli ajandım sanki, bilemedin süper kahraman, olmadı aşifte bir fahişe.. 45 dakika içinde temizlenip traş olduktan sonra dışarı çıkan bir genç olarak çok atarlı bir hareket yapıyormuş edasına kapıldım. az atarlı da değildi gerçi olay. lıkır lıkır içtiğim votka-şarap-elma suyu karışımından sonra beş sap atraksiyon kattık geceye vesselam. iyiydi, güzeldi. çürük çarık içinde bitirdik geceyi, fonda sabah ezanı..
halet-i ruhiyeme gelince kulağımın çanağında çıkan sivilceye şaşıyorum. 2 hafta önceki stresimin vize dönemi geçmiş olmasına kahroluyorum. ulan ozan kayra! ortada bir terslik yokken yaptın stresi de hayatın için üzüldün durdun haftalarca, şimdi o gaza ihtiyacın varken nedir bu rahatlık! vay anam okul bitince ne yapacakmış da! vay anam akademisyen olmak hayalmiş de! vay anam para kazanmalıymış da! vay anam bu yaşına gelmiş ama hayatında elle tutulur ne yapmışmış da! sonunda 'vız gelir, tırıs geçer' kıvamında bir vahamete gark oldun işte. ne bu rahatlık vre zındık! kaldır kaseyi de iş görsün!
yıllardır böyleyim ama. sınavlara metrobüste çalışan bir bünye bu. ama bu yıl o kadar kolay olmayacak. onca makaleyi babam okuyacak sanki. sanki babam kalkıp öyle bir kıyak yapacak biçare oğluna. peh! sınıf arkadaşlarım sinir bozucu bir şekilde ders çalışırken böyle osura osura dizi izlemenin sonu bakalım ne olacak..
oh be.. ne güzel zırvaladım. annem olsa 'allah hidayet versin..' derdi hüzünlü bir ses tonuyla. verecekse işime yarayacak bir şey versin lütfen. dini iğneleme işlemini de tamamladıktan sonra bu amaçsız yazıyı allem edip kullem edip didaktik bir mesajla bitirmek istiyorum o zaman:
sevgili talebe arkadaşlarım,
sınav dönemi kıçınızı yırtıp ders çalışmanızı anlıyorum da o stresle ancak kıçınızdan ter damlar. az soğutun motoru. ders derste öğrenilir evladım. derslere devamsızlık etmeyin. sınavdan bir süre önce de önemli yerlere çalışırsanız ameleliği kalmaz öğrenciliğin. ayrıca yüksek notlar alıp çanı tavan yapmayın, çok gücüme gidiyor.
sağlıcakla,
ozan kayra
günlerdir evden çıkmıyordum. pazartesi vizelerim başlıyor çünkü. oturup da ders çalıştığımı sanmayın ha. chuck izledim, glee izledim, msn, facebook, blogger derken dün gece saat 10'da sohbet ettiğim arkadaşım davet edince düştüm yollara. bir gizli ajandım sanki, bilemedin süper kahraman, olmadı aşifte bir fahişe.. 45 dakika içinde temizlenip traş olduktan sonra dışarı çıkan bir genç olarak çok atarlı bir hareket yapıyormuş edasına kapıldım. az atarlı da değildi gerçi olay. lıkır lıkır içtiğim votka-şarap-elma suyu karışımından sonra beş sap atraksiyon kattık geceye vesselam. iyiydi, güzeldi. çürük çarık içinde bitirdik geceyi, fonda sabah ezanı..
halet-i ruhiyeme gelince kulağımın çanağında çıkan sivilceye şaşıyorum. 2 hafta önceki stresimin vize dönemi geçmiş olmasına kahroluyorum. ulan ozan kayra! ortada bir terslik yokken yaptın stresi de hayatın için üzüldün durdun haftalarca, şimdi o gaza ihtiyacın varken nedir bu rahatlık! vay anam okul bitince ne yapacakmış da! vay anam akademisyen olmak hayalmiş de! vay anam para kazanmalıymış da! vay anam bu yaşına gelmiş ama hayatında elle tutulur ne yapmışmış da! sonunda 'vız gelir, tırıs geçer' kıvamında bir vahamete gark oldun işte. ne bu rahatlık vre zındık! kaldır kaseyi de iş görsün!
oh be.. ne güzel zırvaladım. annem olsa 'allah hidayet versin..' derdi hüzünlü bir ses tonuyla. verecekse işime yarayacak bir şey versin lütfen. dini iğneleme işlemini de tamamladıktan sonra bu amaçsız yazıyı allem edip kullem edip didaktik bir mesajla bitirmek istiyorum o zaman:
sevgili talebe arkadaşlarım,
sınav dönemi kıçınızı yırtıp ders çalışmanızı anlıyorum da o stresle ancak kıçınızdan ter damlar. az soğutun motoru. ders derste öğrenilir evladım. derslere devamsızlık etmeyin. sınavdan bir süre önce de önemli yerlere çalışırsanız ameleliği kalmaz öğrenciliğin. ayrıca yüksek notlar alıp çanı tavan yapmayın, çok gücüme gidiyor.
sağlıcakla,
ozan kayra
Thursday, 18 November 2010
kuş
siz beni unutalı beri bir kuş kondu avcuma
tombul ve hantal. ücra düşler kurdu
bir kış günü. daha görmeden sarı yaprakları
beyaz bir çığlık koptu yığınlarca.
yalnızlık duruydu, durdu oracıkta.
yalnızlık şahtı, başım üstünde.
yalnızlık ne de yumuşaktı, kaba
sözlerin ardında. bitkin kaldı kuş
sığındığı avuçta. üzeri çığlarla örtüldü,
beyaz toprağın altında. siz unutalı beri..
Tuesday, 16 November 2010
a song for the lovers
aklımca 'seni düşünmeyerek' seni cezalandırıyormuşum. ve bu sırada başkalarını düşünerek de kendimi. ne de loser'ım. =)
neyse ki bunu farkettim ve seni düşününce geçti hepsi. sıfırladım.
Subscribe to:
Posts (Atom)