Tuesday 17 August 2010

duvar

o sahte gülüşlerden birini yakaladım yüzümde az önce. karanlıkta oturmuş, izlediğim diziden mutlu olma rolü yapıyordum. belki de rol değildi, bilmiyorum. tek emin olabildiğim içten gelen bir mutluluk olmadığıydı. beni böylesine kapayanın ne olduğunu düşünür buluyorum kendimi bazı zaman. gözlerimi kapayıp derin nefesler alırken zihnimi boşaltıyor ve yine o duvardan geçiyorum tüm hücrelerimle. çarpmıyoruz artık birbirimize. duvarımla barıştım, onu sevdim, okşadım, hücrelerimle birleştirdim.. içinden geçerken hep bir parçam onda kalıyor ya da tam tersi.. elim boynumda, affettiğimi ne kadar ilan edersem kendime, o an o kadar inanmak istiyorum buna. inanamıyorum. insan istediğine mi inanır? hayır, diyorum. insan içinde olana inanır. içinde tanrı yoksa, ateisttir. içinde aşk yoksa anlayışsız. peki iyilik ve kötülük neresinde bu ayrımın? bir ayrım olmalı mı? insan 'iyi ve kötü' olarak var olmuştur. 'veya'ya yer yok bu konuda. böylesi ancak kabullenilir kılıyor dünyayı ve insanlarını. yoksa insanları ve dünyaları mı demeli..

içimde af yok. yüksek sesle söylediğimde de inanıyorum buna. sadece bir sağduyu dürtüsü beliriyor, sonra o da onaylıyor. affedemediklerinden korkmalı insan. onu olduğu andan koparıyorsa ve başka bir zamana itiyorsa korkmalı affedemediğinden. ve yüzündeki tiksintiyi atmalı. duvarlarının içinden geçmeyi öğrenen birisi nasıl olur da onu yıkmayı başaramaz? onu yok sayarak, görmezden gelerek, kabullenerek.. duvarını yıkmak için ona dokunmalısın. ona sarılmalı, vurmalı, itmelisin. sarsmalısın en ikilemli ifadeyle. taşın ruhunu sarsmazsan hep orada dikilir yıkılsa bile.