Wednesday 14 July 2010

araf

kaç saattir yürüdüğümü bilmiyordum. artık yürümeyi günlerle ifade etmeliydim. 5. günümdü sokaktaki. 12 saatlik tren yolculuğumu da hesaba katınca 6 gündür de uykusuzdum. tabi metronun ilk ve son durağı arasında gidip gelirken uyduğum 2 saatlik uykuları saymazsak. bir gece de parkta uyumuştum ağaçların altında. helena'yla mesajlaşıyorduk sürekli. dünyanın öbür ucundan, hindistan'dan bana yardımcı olmaya, sam'e ulaşmaya çalışıyordu ama elinden hiçbir şey gelmiyordu. yaşadığı stresi tahmin edebiliyordum, ben bile daha rahattım belki ona göre..

o gece pazardı. gökyüzü alacakaranlık-gece moduna geçmişti. demek ki saat 11 ile 3 arasında bir vakitti.ana caddeleri bitirmiş, ara sokaklara merakla dalıyordum. üst caddeye çıkan karanlık bir merdivende üç-beş gölge takılıyordu. yukarı çıkarken birden burun deliklerim genişledi ve o özlediği kokuyu aldı.. içinde bulunduğum mülteci ruh haliyle es geçtim tabi, utanmıştım. ama böyle bir konuda ve bu haldeyken utanma olmazdı, değil mi? bir saat sonra tekrar aynı yerden geçtim. ayaklarım gideceği yönü biliyordu nasılsa. merdivenlerden çıkarken adımlarım ağırlaştı. derin bir nefes aldım ve iyice yavaşladım. tam bu anda duyduğum cümle gerçek olamazdı:

"içmesi nice?"

"ne? türkçe biliyor musn?!" bu kadar şaşırıp, bu kadar da sevinemezdim. durdum ve laflamaya başladık. çiftli aramızda dönüyordu artık. bir türk, bir yunan, bir de ben.. memleket hasretiyle tutuşan Mustafa bir çiftli daha sardı. istanbul'u özledi, türkiye'yi özledi ve "türkiyem" güfteli bir uzun hava tutturdu. içtikçe gözlerim açılıyordu..

mustafa'ya baktıkça "neredeyim ben? kim bu insanlar? n'apıyorum bu insanların yanında?" soruları beynimde çakmaya başladı. mustafa çantasının üzerinde oturuyordu, boyu düşündüğümden çok daha kısaydı ve tutturduğu uzun havayla bir keloğlan imajı çiziyordu önümde. sonra yunan arkadaşına isveççe birşeyler söyledi ve adam gitti. anlamıştım ne söylediğini ama paranoya ve trip beni sormaya itti:

"nereye gitti arkadaşın?"

"tatlı bir şeyler almaya yolladım.." evet doğruyu söylüyordu. sonra devam etti. "5 gündür sokaklardasın, görüyoruz.." birden gerilmeye başladım.

"arkadaşıma geldim ama ulaşamıyorum şimdi ona. haber bekliyorum." burada işim bitmişti. bütün kan bacaklarıma hücum etmeye başladı. kaçmak istiyordum ama yapılan ikrama karşılık mustafa'yı yalnız bırakıp gitmem hoş olmayacaktı. arkadaşı gelince hemen toparlanıp kalktım.

"nereye gidiyorsun?"

"tribe girdim, biraz yürümem lazım.."

"birşeye ihtiyacın olursa çekinme gel.." işte şimdi tam dehşete düşmüştüm. gecenin bu saatinde sokakta esrar içen bir adam bana nasıl yardım edebilirdi düşünmek bile istemiyorum. hızla yürüyüp uzaklaştım oradan. hava da aydınlanmıştı bile.

bu arada helena'ya mesaj atıp harika hissettiğimi yazmıştım. 4 saat önce berbat bir durumdayken şimdi değişmiştim. hayatımda yaşadığım en muhteşem kafa hala bu dakikalardır.

trafik ışıkları sürekli 'bip' sesleri çıkartıyordu. kırmızıda ve yeşilde ritimler hızlanıp yavaşlıyordu.  boş sokaklarda yürürken caddedeki bütün trafik ışıklarının sesini duyuyordum. dahası, kafamın içinde bir dj vardı da bütün sesleri düzenleyip harika bir şarkı çalıyordu. dans etmek istiyordum. nitekim de öyle yaptım. boş bir ara sokağa girip çılgınlar gibi dans ediyordum. sanırım ilk kez içimden gelerek dans etmiştim hayatımda..

No comments: